islam Din Bilim ve Tasavvuf
İslam Din Bilim ve Tasavvuf
Kitaptan Bir Bölüm;
".....Zamanımızda din bilgisi bilimsellikten çıkarılmış, yerini birçok
uydurma hurafe ve İslam’da olmayan bilgilerle doldurulmuş, İslam’ın
insanlara sunduğu ilim kısıtlanıp kaybolmuştur.
Ortaçağın Hrıstiyan din adamlarının bilimin önüne din adına
engel koymalarıyla başlayan engizisyon, bu gün İslam adına
kendilerini İslam alimi sanan kişiler tarafından (İslam adına)
sessizce uygulamaya konulmuştur.
Tamamen kapalı bir devre haline getirilen İslam, aslına uygun
olmaktan çıkarılmış Kur’ân’ın bilimsel derinliklerinden ilim tahsili
yapmak nerdeyse yasaklanmış, Kur’ân’ın derinliklerinden
haber verenlere de günahkar, dinden çıkmış gözü ile bakılmaya
başlanmıştır.
Bir zamanlar İslam ilminin pınarları olan Tasavvuf ocakları da
asıl gayesinden uzaklaştırılmış, bir kısmı turizm ve tiyatro geliri
elde eden kurumlara dönüştürülmüştür. Diğer tasavvuf ocakla
rının birçoğunda ise talebelere İslami ilim tahsili yasaklanmış
kayıtsız şartsız o ekolun başındaki kişiye itaat ve teslimiyet şartı
getirilmiştir.
Oysa Resulullah Efendimizin (s.a.v.) talebeleri olan sahabeler,
Peygamber Efendimizden (s.a.v.) değişik bir bilgi öğrendikleri
zaman şöyle sorarlardı:
“Ya Resulullah bu söylediğiniz Allah (c.c) tarafından inen bir
ayet mi yoksa kendi sözünüz mü?”
İşte İslam’da Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında başlayan
sorarak öğrenme özgürlüğü daha sonradan kaldırılmıştır.
İçlerinden çok az bir kısmı asıl gayesi üzerinde çaba vermektedir.
İslam da ki bu ve buna benzer yasaklamalar, Emeviler devrinde
başlamış, Hür İslam toplumunu kendi emirlerine almak
ve bu toplumun yönetimini padişahlığa dönüştürmek için, zamanın
yönetimindeki kişilerin emrinde olup da fetva veren ve
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) dilinden birçok hadis uyduran
alimler türetilmiş, gerçek İslam alimleri de yönetimin çeşitli baskıları
ile susturulmuş veya katledilmiştir.
Böylece zaman içerisinde İslam dini ilim dini olmaktan çıkmış,
görünüşe kılık kıyafete, önem veren müntesiplerini her fırsatta
cehennemle ve kabir azabıyla tehdit eden, düşünmeyi yasaklayan,
kâinatta yaratılmış olan en üstün varlığı yani insanı kendi
kalıbında kalmasını sağlayan ve diğer varlıklar karşısında küçülten,
aslından uzaklaştıran bir din haline getirilmiştir.
İslam dini kâinatta ki ve dünyadaki tüm insanlara hitap eden
bir kutsal kitabın, Kur’ân-ı Kerîm’in emirlerine tabi iken, İslam
alemi kendi içine dönük ve İslam olamayan insanlardan
ayrı yaşamaya zorlanır hale gelmiş, yabancı bir dindeki insanla
yakınlaşmanın altında şüpheli şeyler aranmaya başlanmıştır.
Oysa Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hiçbir din mensubunu ya da
inançsızı ayırmadan her insana İslam’ı tebliğ etmiştir.
İslam dini altında her insan eşittir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
Veda Hutbesi’nde bunu açıkça beyan edip şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız birdir. İslâm’da insanlar
eşittir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem de topraktan yaratıldı
(toprak nurdan hücreye altı aşamalı yaratılışa tabidir). Allah
(c.c) katında en değerliniz, en çok Allah’a (c.c) sığınanız, emirlerine
yapışanınız, günahlardan arınanınız, azabından korunanızdır.
Bir Arap’ın, Arap olmayana, bir başkasının Arap’a, bir siyahın bir
kızılderiliye, bir kızılderilinin bir siyaha, takvanın dışında bir üstünlük
sebebi yoktur.”
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bu sözleri İslam’ın, insanları eşit
gördüğünün delilidir. Ancak, biz İslam aleminin mensupları,
Kur’ân-ı Kerîm’e tam uymadığımız gibi, Peygamber Efendimizin
(s.a.v.) sözlerine de itaatimiz tartışılır. Bugün İslam’ın ana
unsurunun kılık kıyafet olduğunu dayatanlar, eşit olan insanlar
arasında neden ayrım yapmıştır? İşte size çarpıcı bir örnek:
“Tesettür; kadın hür ise bütün bedeni avrettir. Eller ve yüz hariç
hiçbir yerine bakılamaz haramdır. Kadın cariye ise; bazı alimler
onun avret yeri göbekle diz arasıdır demiştir (yani göğüsleri
açıkta kalabilir). Bazıları da, cariyenin avreti, yaptığı iş sırasında
açılmasına ihtiyaç olmayan kısımlardır demiştir. Buna göre
cariyenin başı, kolları, bacakları, boynu, göğsü avret sayılmaz
demişlerdir.” (Kaynak; Kütübü sitte, cilt-3 sayfa12).
Cariye veya başka bir insan Allah’ın (c.c) yarattığı şerefli ve üstün
bir varlık değil mi? Cariye, Müslüman olsun ya da olmasın
bir İslam toplumu içerisinde yaşıyorsa bu ayrımcılık neden?
Haramın geçerli olması için Müslüman mı olunmalı? Müslüman’a
haram olan şey başka dinde olana haram değil midir?
İşte İslam aleminin son zamanlardaki İslam ilmi adına tartıştığı
konular buna benzer konulardır.
Ebu Hureyre Ra diyor ki;
“Ben Resulullahdan iki kab dolusu ilim aldım. Bunlardan birini size
naklettim. Diğerini de nakletmiş olsaydım boynumu vururdunuz”
Buharî, İlim, 42
Ebu Hureyre Hz.leri gibi Kur’ân ilimlerinin hakikatine ulaşan
bir çok İslam mutasavvıfı ve düşünürü yazmış oldukları eserlerde
Kur’ân’ın derinliklerini anlatan cümlelerinde daha ileri
gitmekten korkarak “Bundan öteye anlatmaya bize müsaade
yoktur” diyerek, konuyu kapatmışlardır. Sebebi ise dar düşünen,
sonsuz İslam ilmine kendi kafalarında sınır koyan, kaba
sofuların fitne çıkarmasını önlemek içindir (bu örnekleri ileriki
sayfalarda sizlere tekrar hatırlatacağız).
Ahir zamanı yaşadığımız şu günlerde kalplerde küllenen imanın
ve İslam ilimlerinin yeniden tazelenmesi için, İslam’ın insanlara
verdiği hürriyeti ve derin ilimleri tüm açıklığıyla anlatmanın
insanın, kâinatta sonsuz kere tekrarlanan hayatlarını ve bu hayatlarındaki
evrelerini ve her evredeki olgunlaşmalarını hatırlayabilmeleri
için bu konudaki ayetlerin zamanımıza ve ötelerine
hitap eden manalarının açıklanmasının vakti gelmiştir. Bu sebeple
bu kitabı kaleme aldık. Kitabın bazı bölümlerinde konular
sizlere tekrar gibi görülebilir. Ancak İlah’ın varlığındaki merkez
insanı, kâinattaki insanı kebiri, dünyadaki İnsan-ı Kâmili, Fena-
fil Rabbı, Fenafillahı daha iyi anlatmak için tekrarladık. Dikkatle
okursanız muhtevasının ayrı anlamları içerdiğini göreceksiniz.
Kitabın son bölümlerinde ise sizi aydınlatacak makaleleri ve
bazı ayetlere verdiğimiz gerçek manaları bulacaksınız......"
C. İskenderoğlu