pdf versiyonu

 

Altı Günde Yaratılış

 

Kitaplar

 

Kitabın içeriği

Altı Günde Yaratılış ve İnsan

 

Bu kitap 2005 yılında Ahmet Melih mahlas ismi ile

yayınladığım 6 günde yaratılış ve insan kitabıdır Cafer

İskenderoğlu

İndirmek için

 

1400 yıl önce tüm evreni aydınlatan, yaratılıştan

kıyamete kadar insanların bilmesi gereken bütün sırları ve

yine insanların olgunluk noktasında en üst dereceye

çıkabilmesi için bütün bilgileri yaşayış biçimini insanlık

değerlerini sonsuz bir nurla insanlığa rahmetiyle birlikte

indiren ve ihsan eden yüce Yaratıcımıza sonsuz hamd ve

şükürler olsun.

Yine biz aciz kullarını, Peygamberlerin Peygamberine,

(Bütün varlığımla sevdiğim saydığım sevgili

Hz.Muhammed’e (S.A.V) )bizi ümmet adayı olarak yarattığı

için Allah’u Teala’ya sonsuz hamd ve şükrederim.

Asrımızda İslam alemi en karanlık ve ilimden en uzak

dönemini yaşamaktadır. Bunun en büyük nedeni

peygamberimizin sünnetlerinden uzaklaşmamızdır. “Kur’an

İnsanları karanlıktan aydınlığa çıkarır.

Hadid sûresi -9-

Birlik, beraberlik ve kardeşlik ilkesini terk edip çeşitli

fırkalara bölündük en büyük kusurumuzda İslamın bize

emrettiği ilim tahsilinden yoksun bırakılmamızdır.

İşte bu ve buna benzer durumlar İslam alemini tam bir

maddi ve manevi kayıba sürüklemiştir.

Buda İslam aleminin hüsran içinde olduğunun en büyük

işaretidir.

“And olsun asra ki insanlar hüsrandadır.”

Asr sûresi -1-2-

-3-

Hz. Peygamberimiz buyuruyor ki:

“Ümmetim beş tabaka üzere olacaktır.Her tabakanın

süresi kırk yıldır.Ben ve Ashabım ilim ve iman ehlidir.İkinci

tabaka Kırk-Seksen arasındaki tabakadır ki onlar birr-û

takva ehlidir.”

İşte uzaklaştığımız değer; ilim ve iman İslam dünyasını

bu gün fırka fırka ayıran hatta birbirine düşman eden, sevgi

ve kardeşliği unutturan unuttuğumuz en büyük referansımız.

Demek ki din ilimsiz ilim imansız olmuyor. İslam alemi

ilimden uzaklaştıkça imanları zayıfladı çeşitlendi ve

düşünme melekeleri azaldı. Az düşünen beyinler, ferdileşir,

bencilleşir sonu köleliktir. Evet bu gün İslam alimlerinin

birçoğu köleleşmiştir. Yani her ihtiyacı bakımından gelişmiş

devletlere muhtaçtır. Bunu çok iyi bilen devletler ise İslam

ülkelerini sömürmekte hatta tek tek işgal etmektedir. İslam

alemi ise birbirinin boynunu vurmaktadır.

Resulullah (s.a.v) buyuruyor ki: “Talha Bin Amr El Basri

anlatıyor: Medine’ye Allah’ın Resulü (s.a.v)’e geldim

namaz kılarken ona bir adam gelip şöyle dedi: Ey Allah’ın

Resulü karınlarımızı hurma yaktı üzerimizdeki yamalı

elbiseler iyice parçalandı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v)

Allah’a hamd-ü sena ettikten sonra şöyle buyurdu:-Beni ve

arkadaşımı gördünüz Berirden* başka yiyeceğimiz yok

sonra Ensar kardeşlerimizin yanına geldik bize

yemeklerinden yedirdiler yemekleri hurmadan ibaretti.

Kendinden başka ilah olmayan Allah’a

*Berir:Turfanda hurma-4-

kasem ederim ki size ekmek ve hurmayı bir arada bulsam

yedirirdim sizin üzerinize öyle bir zaman gelecek ki yahut

sizden bazıları öyle bir zamana erişecek ki kâbe örtüleri gibi

elbiseler giyecekler, sabah akşam onlara kazanlarla yemek

sunulacak.”

Dediler ki:

-Ey Allah’ın Resulü biz o zaman mı daha hayırlıyız,

yoksa bu gün mü?

Şöyle cevap verdi:

“Bilakis bu gün daha hayırlısınız çünkü bugün sizler

kardeşsiniz, o zaman birbirlerinizin boynunu vuracaksınız.”

Peki yapılması gereken nedir?

Önce ilime dönmeniz sonra imana, sonrada tüm insanlığı

Kur’an ışığıyla aydınlatmamız gerekir.

Kur’anı ve İslam’ı, kalplerindeki perdeleri kalınlaşmış,

dünya üzerindeki bazı menfaatleri için karalamaya çalışan

bazı kesimler ellerinden geleni yapmaya çalışsa da

zamanımıza ve ötesine, Allah tarafından korunan Ku’ran ve

içindeki şimdiki teknolojiden çok daha ileri olan bilim

dalları damgasını vuracaktır.

“Kur’an’ı biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.”

Hicr sûresi -9-

Kur’an, öyle iç içe manalar hazinesidir ki şu örnekle

zihinlerimizde canlandırmaya çalışalım.

-5-

Dört duvarı, tavanı ve tabanı aynalarla kaplanmış bir oda

düşünün ve o odanın içinde siz varsınız. Aynalardan

birbirine akseden görüntüleriniz altı ayrı yönde sayısız

olarak karşınıza çıkacaktır. Görüntüleriniz derinlemesine her

yönden sonsuzluğa doğru akıp gitmektedir.

İşte Kur’anda muhkem ayetlerin dışında kalan muteşabih

ayetlerin manaları aynalarla döşenmiş odadaki

görüntüleriniz gibi derinlemesine çok yönden manalar ifade

ederler.Kur’an tüm yaratılışı evrenin ve içindekilerin

şimdiye kadar keşfedilmiş ve bundan sonra keşfedilecek

bütün ilimlerin ve bilim dallarının ana kitabıdır.Aynı

zamanda Kur’an kendisinden önce indirilen kitapları ve

sahifeleri de içerisinde topladığı için kitapların en üstünüdür

ve rakipsizdir.

“De ki; and olsun, bu Kur’an’ın benzerini ortaya koymak

üzere ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler,

birbirlerine destek olsalar, onun benzerini ortaya

getiremezler.”

ISRA sûresi -88-

Asrımızda Kur’an’a inanan insanların büyük çoğunluğu

Kur’anı eline almamıştır kulaktan dolma bazı ayetleri duysa

da manasını anlayamamıştır.

İnşallah bu dönemde çok geniş bir insan kitlesi tarafından

anlaşılacak ve Kur’an’daki ilimlerin bir çoğu Allah’ın asra

mucizesi ve insanlığa lütfu olarak bağışlanacaktır.

-6-

Yaratılmış en üstün varlık insandır ki alemlere rahmet

olarak gönderilen yüce peygamberimiz Hz. Muhammed

(s.a.v) de ekmel bir insandır.

Önce insan kendisini tanımalıdır, yaradılış sırlarını

bilmelidir sonra kendi arlarında sevgi, barış ve ilimle

yücelmiş olarak rabbine dönmelidir.

“Nefsini bilen rabbini bilir” Hadisi Şerif

Resulullah (s.a.v)efendimiz buyuruyor ki:

--İnsan ve Kur’an iki ikizdir.

İnsanın nefsini bilmesi içindeki Kur’anı

keşfetmesidir.Çünkü Kur’an insanlara evrenin ilk

yaratılışında Allah tarafından yaratılışa şahit tutularak

öğretilmiştir bu konuyu ileride tafsilatıyla açıklayacağız.

Resulullah (s.a.v) efendimizin bu Hadisi Şerifi’ni,

Kur’an-ı Kerimdeki Bakara Suresinin 31, 32, 33. ayetleri

teyit ediyor.

“Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları

Meleklere arz edip:Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların

isimlerini bana bildirin dedi.”

Bakara Suresi-31-

“Melekler: Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih

ederiz. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz

yoktur.Şüphesiz Alim ve Hakim olan ancak sensin dediler.”

Bakara Suresi -32-  -7-

“(bunun üzerine:) Ey Adem! Eşyanın isimlerini

meleklere anlat dedi. Adem onların isimlerini onlara

anlatınca: Ben size muhakkak semavat ve arzda

görülmeyenleri(oradaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizli

ve açık yapmakta olduklarımızı da bilirim, dememiş

miydim?dedi.)

Bakara suresi -33-

Yukarıdaki ayetlerde anlatıldığı gibi Allah(c.c) Adem

(a.s) bütün isimleri öğretti. Bu isimlerden maksat yaratılıştan

kıyamete kadar gelmiş ve gelecek olan bütün bilim

dallarının içeriğidir. Aynı zamanda Adem (a.s) şahsında

gelmiş ve gelecek bütün insanlar bu ilimleri

öğrenmişlerdir.Ancak dünya hayatına geldiklerinde bu

ilimler fiziksel bedenler içersindeki DNA moleküllerine

yerleştirilmiştir. DNA moleküllerindeki ilimler Kur’an’la

eştir.Gelmiş ve gelecek insanların en alimi olan ilm-i ledün

sahibi Hz. Resulullah (s.a.v) efendimiz bu sebeple “İnsan ve

Kur’an iki ikizdir.”Buyurmuştur.Bu hadisi şeriften de

anlatıldığı gibi insan yaradılışta çok üstün ilimler ve

yeteneklerle donatılmıştır.

İnsanın yaratılış aşamalarını ve insandaki yüksek ilimleri,

yetenekleri ayet ve hadisler ışığı altında tek tek

açıklayacağız.

Kur’an-ı Kerimi 1400 yıl önce gelmiş ve (haşa) demode

olmuş geçerliliğini yitirmiş bir kitap olarak görenlere yine

Kur’an diliyle ilmi açıklamalar yaparak hem insanı

kendisine tanıtacağız hem de gelecek kuşaklara hangi bilim

dallarıyla tanışacaklarını ve bu bilim dallarını ip uçlarını

vereceğiz. -8-

İnsan yaratılırken,daha dünyaya indirilmeden önce

kendine has vücut sahibi olarak yaratılışını seyrettiği gibi

aynı zamanda Kuranı kerimi Allah (c.c) ın bizzat öğretmesi

ile öğrenmiştir.

Bu öğretinin en büyük özelliklerinden biride, İnsan

kendisinin ve evrenin yaratılışına şahit olurken,aslı Levh-i

mahfuzda bulunan bütün ilimleri yaşayarak öğrenmiştir.

Bu gerçeğe Rahman suresinin ilk ayetlerinde de

rastlıyoruz.

“Rahman Kuranı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı

öğretti.”

Rahman suresi -1-2-3-4-

Yukarıdaki ayetlerin sıralanmasında anlaşıldığı gibi

Rahman Kur’an’ı öğretti. Bu ayette insanı Allah(c.c)

yaradılışa şahit tutarken fiziksel bedenlere henüz

indirilmeden öğretilendir.İnsanlar Kur’an’ı tam manasıyla

öğrendikten sonra fiziksel bedenler yaratılmıştır. İnsan

Kur’an’ı açıklama ihtiyacını ancak fiziksel bedenlerde

duymuşlardır. Çünkü esfel-i safiline insan akıl ve vücut

olarak indirilmiştir. İnsan nesli dünyaya geldikten sonra

Allah(c.c) insana öğrendiklerini ve şahit olduklarını

hatırlatmak için Peygamberler ve Kitaplar göndermiştir. Bu

Peygamberler ve kitapların isimleri Kur’an-ı Kerim’de

mevcuttur.

İnsana Kur’an-ı Kerim’i açıklamayı dünyada

peygamberler ve onlardan sonra gelen peygamberlerin ilmen

varisleri Alimler tarafından hatırlatmış ve hatırlatmaktadır. -9-

Günümüzde insan kendisine Allah(c.c) tarafından

verilen hiçbir yeteneğinin farkında değildir ve hangi yüksek

vasıflarla, hangi amaçlar için yaratıldığını unutmuştur.

Fiziksel bedeniyle yeryüzünde fiziksel hayatını

sürdürebilecek kadar gelişmiş aklıyla ancak nefsi

menfaatlerinin esiri olmuşlardır. Bu durum insanlarda ve

insan topluluğunun oluşturduğu devletler arasında çıkar

çatışmalarını meydana çıkarmıştır.

Dolayısıyla ezen ve ezilen toplumlar oluşmuştur. Ortaya

çıkan manzara çok korkunçtur. Çıkar çatışmalarının

beraberinde getirdiği savaşlar insanların çoğunu açlık,

sefalet, kan, gözyaşı, içerisinde bırakmıştır ve bu durum gün

geçtikçe daha da kötüye gitmektedir.

Maalesef bu acı durumun faturası çoğunlukla İslam

toplumlarına çıkarılmıştır. İslam aleminin bir bölümü

savaşlar ve savaşların meydana getirdiği sıkıntılar altında

ezilmektedir.

Kendisini güçlü görüpte karşısındaki insanları ve

insanları veya devletleri geçici dünya menfaatleri için kan

gölüne çeviren, dünya hayatından başka yaşamının olduğunu

unutan, Allah korkusundan uzak zavallı insan adaylarına,

Yaratıcımızın insanı nasıl ve ne amaç ile yarattığını

hatırlatmak lazımdır. Bu insanlar, başlangıcı olan sonsuz

hayatımızın dünya üzerindeki kısacık kesitinin tamamen bir

yok oluş olmadığını anlamaları gerekir.  -10-

Dünya hayatına gelmeden önce ışık bedenlerimizle tüm

insan nesli ırk ve renk farkı olmaksızın ışık bedenlerde (nur

bedenlerde) çok yüksek bilgi ve yetenek sahibi olarak,

dünya hayatına gelene kadar milyarlarca dünya yılı çok ileri

derecede kardeşlik ve dostluk içinde geçirmiştir.

İnsan nesli dünya hayatına indirilince esfel-i safiline

(aşağıların aşağısı) akıl ve yetenek olarak düşürülmüştür.

Bunun sebebi akıl ve yetenek olarak bu düşük seviyeden

Yaratıcısını hatırlayıp bularak ilk yaratılış haline dönmesi

için bir sınav sürecinden geçmesi içindir.

İşte bu kısacık hayatlarda insan yine insanın rakibi olmuş

dünya hayatında kardeşliği ve paylaşmayı unutmuştur. Önce

insanları dinler ayırmış sonra dinler içerisindeki mezhepler

bölmüştür. Bu durum insanları kabile-kabile, ulus-ulus,

devlet-devlet olarak parçalamış aralarına sınırlar girmiş, dil

ve kültür farkları oluşmuştur.

Bu kitabı yazmamızdaki ana gayemiz insana kendisini ve

kendisinde var olan yüksek değerleri bir parça olsun

anlatmak ırk, dil, din, farkı gözetmeksizin yaratılış anındaki

mükemmeliyetini, kardeşliğini, dostluğunu, olağanüstü

yeteneklerini hatırlatmak ve bu yüksek olgunluk noktasına

ırk, dil, din,mezhep ayrılıklarını bir kenara bırakarak Allah

için sevgide ve tevhidde birleşerek çıkma yollarını

hatırlatmaktır. -11-

Nasıl ki? Tek güneşle aydınlanıp hayat buluyorsak bu

günümüzde tek ayakta kalmış ve Allah’ı (c.c) tarafından

korunur. Tek ilahi kitap tarafından aydınlanıp yüksek

insanlık değerlerini insanlığın ulaşması için kötü zihniyetler

tarafından Bilim çağı gibi gösterilip insanların en çok

ezildiği horlandığı karanlıklara gömüldüğü zamanımızda

Kur’an ışığını yansıtmaktadır.

Yaratılışın ana sebebi insandır ve yaratılmış her şey insan

içindir.

Bu nedenle önce ilimin başlangıcı olan “nefsini bilen

Rabbini bilir.” Hadisi Şerif gereği yaratılışı ve insanı

inceleyeceğiz.

“Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana onun vahiyi

tamamlanmadan önce Kuran-ı Kerim (okumakla) acele etme

ve (Rabbimim ilmimi artır)de”

TA-HA suresi -114-

Allah (c.c) ilmimizi artırsın,ilmi artanın imanı artar, iman

aratan Allah’ı daha çabuk bulur. Tekamül etmiş insan olur.

Tekamül etmiş insandan hiç kimseye zarar gelmez. Aksine

fayda gelir.

Tekamül etmiş insan, insan-ı kamildir.Allah’ın (c.c)

kullarından görmeyi istediği insan-ı kamil olmaktır.  -12-

 

 

YARATILIŞA GİRİŞ

-13-

Allah (c.c) Kuran-ı Kerimde buyuruyor ki:

“Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde

yaratan, sonra arş’a istiva eden (Ona hükmeden) Rahmandır.

Bunu bir bilene sor.”

Furkan suresi -59-

“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan,

sonra arş’a istiva eden, geceyi durmadan kendisini

kovalayan gündüze bürüyüp örten; Güneşi, ayı ve yıldızları

emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’dır.Bilesiniz ki

yaratmakta emretmekte O’na mahsustur. Alemlerin Rabbi

Allah ne yücedir.”

Araf suresi -54-

“O hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda

sizi imtihan etmek için, Arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve

yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki,

(Resulüm):“Ölümden sonra muhakkak

diriltileceksiniz.”desen, kafir olanlar derhal “Bu açık bir

büyüden başka bir şey değildir.”derler.”

Hud suresi -7-

“Şüphesiz ki Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan,

sonrada işleri yerli yerince idare ederek Arş’a istiva eden

Allah’dır.Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte

O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâlâ

düşünmüyor musunuz!”

Yunus suresi -3-

“Andolsun biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları

altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk çökmedi.”

Kaf suresi -38- -14-

“O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’ın

üzerine istiva edendir.Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten

ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsan, O sizinle

beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.”

Hadid suresi -4-

“Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde

yaratan, sonra arş’a istiva eden Allah’tır.O’ndan başka ne

dost ne de şefaatçiniz vardır. Artık düşünüp öğüt almaz

mısınız?”

Secde suresi -4-

Şimdi yukarıdaki ayetlerde geçen altı günün ne anlama

geldiğini inceleyeceğiz. Bu ayetlerin benzerleri Tevrat ve

İncil’de de ifade edildiği için Yahudi ve Hıristiyan alemi ,

Allah(c.c) ın Vahdaniyetini henüz kavrayamadıklarından ,

Tevhid anlayışından uzak olarak düşündüklerinden “Tanrı

Evreni altı günde yarattı ve yedinci günde dinlendi .”

şeklinde algılamışlardır.Allah’a yorgunluk isnat edilemez.

Allah(c.c) sonsuz güç ve kudrete sahiptir. Yukarıdaki

ayetlerde Yaratıcımız ,Yahudi ve Hıristiyan gibi düşünenleri

açık açık uyarıyor. Yukarıda metnini geçtiğimiz ayeti

hatırlayalım:

“And olsun biz,gökleri,yeri ve ikisi arasında bulunanları

altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk çökmedi.”

Kaf suresi -38-

Allah bir şeyi yaratmayı dilediği zaman sadece ol demesi

yeterlidir. 15

Altı gün,altı yaradılış aşamasıdır.Her şeyi yoktan var

eden Rabbimizin mevcudatı yaratmayı dilemesiyle

evrendeki her varlık cisim sahibi olana kadar altı aşama

geçirmiştir.bu yaradılış aşamaları İslam biliminde tasavvuf

diliyle Allah’ın(c.c) Zatından Zatına tecelli etmesiyle

başlamıştır.ve tüm mevcudat Allah’ın(c.c) Zatından Zatına

tecellisinin ilk anlarında oluşan nur üstüne nur ile başlayıp,

öz ateşi (dumansız alev) oluşturmuş, öz ateşten de balçık

(süzülmüş çamur) aşaması oluşmuştur.böylece yaradılış

aşamaları evreni oluşturan zerreler aleminin temeli sayılan

atomları da balçık yapı oluşturmuştur. Atomlardan,

moleküller,moleküllerden hücreler meydana gelmiştir.

Yukarıda özet olarak anlattığımız yaratılış aşamaları

günümüz de Astrofizik bilim dalının bilim adamlarının

kabul ettiği yaradılış sıralamasıyla tıpatıp örtüşmektedir.

Astrofiziğin kabul ettiği Big Bang (büyük patlama)

teorisi de evrenin başlangıcının muhteşem büyük bir patlama

sonucu çok şiddetli ışık ve milyarlarca derece ısıdan

oluştuğu ispatlanmıştır. İleri aşamalarda evrenin soğumaya

başlamasıyla birlikte sonsuzluğa küresel bir biçimde yayılan

ışığın enerji taneciklerini, enerji taneciklerinin kuark

taneciklerini, kuark taneciklerinin elektron, proton,nötron

gibi atomları meydana getiren yapıyı, atomların molekülleri,

moleküllerinde hücreleri oluşturduğu bilinmektedir işte

İslamın ve bilimin ortaya koyduğu altı aşama.  -16-

Yaratılışın ilk anlarındaki ısı ve ışık( nur üstüne nur)

Tecelliyatın etkisiyle küresel olarak genişlemeye başlamış

ve halen sonsuzluğa yayılmaktadır.Evrenin genişlediğini

günümüz bilimi yakın zaman içinde ispatlamasına rağmen,

Allah (c.c) 1400 yıl önce evrenin genişlediğini Kuran-ı

Kerim’de bildirmiştir. “Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina

ettik ve şüphesiz biz (onu) genişleticiyiz.”

Zariyat suresi -47-

Işıktan maddeye altı aşamalı yaratılış sürecinin içerisinde

aynı zamanda göklerin ve yerlerin birbirlerinden ayrılma

aşaması da oluşmuştur. Maddeleşen yapılar beşinci aşamada

tüm evrende gaz halinde yayılmasını sürdürürken altıncı

aşamada gaz bulutları belirli çekim merkezleri etrafında

toplanarak gezegenleri, yıldızları ve galaksileri

oluşturmuşlardır. Bu oluşun yerlerin ve göklerin birbirinden

ayrılmasıdır.

“O inkar edenler görmüyorlarmı ki (başlangıçta) göklerle

yer birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık…”

Enbiya suresi –30-

Evrenin gaz hali ışıktan atoma kadara olan dört aşamadır.

Yerlerin ve göklerin ayrılmasıyla ifade edilen gezegenlerin

ve gezegenleri oluşturan cisimleşme ağırlık ve hacim

kazanma süreci, yaradılışın altı aşamasının son iki

aşamasıdır.

Bugün sırlarının milyarda birini çözemediğimiz, zerreden

küreye evrenin yaratılması sonsuz kudret ve irade sahibi

Allah (c.c) için hiç zor değildir. Onun dilemesi yeterlidir.

“Bir şeyi yaratmak istediği zaman onun yaptığı ‘ol’

demekten ibarettir. Hemen oluverir.”

Yasin suresi -87- -17-

YARATILIŞIN ALTI GÜNÜ

(Altı Aşaması)-18-

Şekil -1-

Altı günün (aşamanın) şemada görünümü -19-

Evrendeki tüm yapı, yaratılmış her şey buna insanda

dahil olmak üzere mutlak suretle bu altı günü (altı aşamayı)

yaşamıştır. Gezegenler, yıldızlar, galaksiler ve onları

meydana getiren cisim halini almış ağırlığı ve hacmi olan

her yapının, başlangıcı ışık, oluşumunu tamamlamış hali

hücredir. Görüp algıladığımız, algılayamadığımız, canlı

cansız her yapının temel yapısı budur.

Bu bölümde yaratılışın altı aşamasını (altı gününü) tek

tek inceleyeceğiz.

1.gün(aşama)

Tecelliyatın ilk aşamasında yaratılan insanın ve

evrendeki her varlığın yapısı ışıktır. Allah (c.c) insanı,

kendisine zatından zatına tecelli etmeden önce halife olarak

yaratmayı planlamıştır.

“Hatırla ki, Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife

yaratacağım dedi…”

Bakara suresi -30-

Yaratılışın ilk anından itibaren tüm geçmiş ve gelecek

insanları yaratılışa şahit tutmuştur. İnsanlık alemi bildiğimiz

üç boyutun dışında ışık bedenlere sahip olarak kendisini ve

kendisinden sonra yaratılan her şeyi Allah’ın (c.c)

dilemesiyle görüp yaşayıp şahit olmuştur.

“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz

diye Rabbin Ademoğullarından, onların bellerinden

zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi

ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (onlarda), evet (buna)

şahit olduk dediler.”

A’raf suresi -174--20-

Yukarıdaki ayette anlatıldığı gibi Allah(c.c) gelmiş ve

gelecek bütün insanları tek tek yaratılışa şahit tutmuştur.

Bunun sırrını ileride insanın yaratılışının altı aşamasını

anlatırken açıklayacağız.

Yine bu konuyu Bakara suresinin 31. ayetinde de Allah

(c.c) açıkça beyan ediyor.“Allah Adem’e bütün isimleri

öğretti.” Bu ayette geçen bütün isimler, yerde gökte ve

arasında ne kadar varlık yaratılmışsa hepsinin bilgisidir. Bu

öğreti insanlığa yaratılışa şahit tutulduğumuz ışık

bedenlerdeki hayat sürecimizde yaşanmıştır.Yaratılışın bu

aşamasında insanın fiziksel bedenlerinin yaratılış anındaki

milyarlarca derecelik ısıya dayanamayacağı herkesçe

malumdur.Bu nedenle Allah (c.c) yaratılış anına insan

neslini ışık bedenlerde şahit tutmuştur.

1.günde insanın yaratılışının hemen ardından melekler

yaratılmıştır. Bu nedenle meleklerin ışık bedenleri insanların

ışık bedenlerinden bir derece daha düşüktür.Bu konu

Resulullah (s.a.v) efendimizin Miraç hadisesinde daha net

anlaşılıyor. Resulullah (s.a.v) efendimizin miraç

yolculuğunda kendisine refakat eden Cebrail (a.s) ile birlikte

sidre-tül-münteha denen son noktadan ileri geçmek için

Resulullah (s.a.v) efendimiz Cebrail (a.s)’a buyur deyince,

Cebrail (a.s) ‘-Ya Resulullah buradan öteye geçersem

yanarım.’ demiştir. Çünkü sidre-i-münteha’dan ötesi nur

üstüne nurdur. Resulullah (s.a.v) efendimizin ışık bedenide

nur üstüne nurdur. Cebrail (a.s)’ın ışık bedeni sadece nurdur.

Dolayısıyla nuru, nur üstüne nur yakar.Bu sebeple Cebrail

(a.s) ileri gidememiştir.

-21-

2.gün(aşama)

Yaratılışın ikinci aşaması birinci aşamada oluşan çok

yüksek ve yoğun, ışık ile ısının evren içerisinde

genişlemesiyle ışık taneciklerinin belirli bir oranda

soğumaya başlamasına sebep olmuştur. Bu süreçte ışık

tanecikleri bir araya toplanıp enerji taneciklerini

oluşturmuştur.

Bu enerji tanecikleri Kur’anı kerimde ‘öz ateş’ ve

‘dumansız alev’ olarak ifade edilmiştir. İkinci günde enerji

yaratıklar olan cinler ve şeytanlar yaratılmıştır.

Astrofizik bilim dalı ileri sürdüğü Big Bang (büyük

patlama) teorisinde de enerjinin ışık taneciklerinden

oluştuğuna yakın açıklamalarda bulunmuştur. Enerji

aşamasında yaratılan varlıklar Cinler ve şeytanlardır. Bu

sebeple Cinler ve şeytanların bedenleri enerjidir. Şeytan

yaratılışın birinci gününe ve kendi yaratılışına şahit

tutulmamıştır. Dolayısıyla insanın birinci günde ki

(aşamadaki) yüksek yaratılışını ve ilmi durumunu bilmediği

için üçüncü günde yaratılan, Adem (a.s)ın şahsındaki

fiziksel bedenli insanı yaratılış olarak düşük derecede

gördüğü için, Allah (c.c) emrettiği halde Allah’ın (c.c)

emrine karşı gelerek insana secde etmemiştir ve Allah’a

(c.c) asi olmuştur.Şeytan bu cahilliğinin acısını kıskançlıkla

destekleyerek insan soyuna kıyamete kadar düşman

olmuştur. Bu sebeple şeytan dünyada ki insanlara ilk

yaratılışta ki yüksek mertebelerini hatırlamamaları için

insanların fiziksel bedenlerde ki hallerine razı olmalarını,

Allah’tan ve Allah’ın gönderdiği Peygamberlerden uzak

olmalarını her fırsatta insanlara fısıldamaktadır. -22-

Şeytanın ve taraftarlarının evrenin ve kendilerinin

yaratılışına şahit tutulmadıklarını Allah (c.c) Kuran-ı

Kerimde şöyle bildiriyor:

“Ben onları (iblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin

yaratılışına, ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit

tuttum. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim.”

Kehf suresi -51-

Şeytanın insan ve soyuna düşmanlığının sebepleri

yukarda açıklandığı gibi insanın ilk yaratılışta ki çok yüksek

derecelere sahip olması, alim olması ve Allah’a halife adayı

olmasıdır.Bunu önlemek için şeytan ve soyu kıyamete kadar

fiziksel bedenlerdeki insanların kamil noktaya çıkmaması,

ve ilk yaratılış hallerini hatırlamamaları için her türlü yolu

denemektedirler.

İkinci günde (aşamada) yaratılan varlıkların enerji

bedenlere sahip oldukları Kuran-ı Kerimde şöyle ifade

ediliyor.

“Cinleri öz ateşten yarattı.”

Rahman suresi -15-

Cin ve şeytanlar aynı yaratılış grubundandır. Bu varlıklar

yaratılışlarının gereği enerji bedenlere sahip olduklarından,

(insanın fiziksel bedenlerine göre) hareket kabiliyetleri daha

fazladır. Ve insanlara göre farklı boyutlarda yaşarlar. Enerji

yapıları, bizim bilip kullandığımız elektrik enerjisinden daha

ileri olduğundan biz onları fiziksel bedenlerimizdeki

gözlerimizle algılayamayız. -23-

3.gün(aşama)

Allah’ın zatından zatına tecellisi uzay boşluğu içerinde

genişlerken ışık tanecikleri birleşerek, enerji taneciklerini

oluşturmuştur. Enerji tanecikleri birleşerek insanın fiziksel

bedeninin en küçük yapısı olan Kuran-ı Kerimde ifade

edilen süzülmüş çamuru yani balçığı oluşturmuşlardır.

Balçığın astrofizikteki karşılığı ‘Kuark’ tır. Kuarklar (balçık)

elektron, proton, ve nötron gibi yapıları meydana getiren

yapı taşlarıdır. Üçüncü aşamada Adem (a.s)’ın fiziksel

bedeni yaratılmıştır. Aynı zamanda evrendeki gezegenlerin

ve diğer ağırlığı ve hacmi olan temelleri Allah (c.c)

tarafından oluşturulmuştur.Üçüncü gün aynı zamanda

evrendeki bütün varlıkların oluşumunun başlangıcıdır.Bu

sebeple insan, yaratılış özellikleriyle evrene model olmuştur,

yani insan evrenin modelidir. Balçığı kuran-ı kerimde Allah

(c.c) şöyle ifade ediyor:

“Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan

yarattı.”

Rahman suresi -14-

Burada anlatılan balçığı meni ile bir tutamayız. Çünkü

Adem ana ve babadan olmamıştır.Direk Allah (c.c)

tarafından yaratılmıştır. Üçüncü aşamada fiziksel bedenin

yaratılmasının sebebi ışığın ve enerji safhalarının

yoğunlaşması nedeniyledir. Çünkü o çok şiddetli ışığın,

ısının ve enerjinin ağırlığı ve hacmi yok denecek kadar sıfıra

yakındır. -24-

Allah’ın (c.c) iradesi insanı ileride ağırlığı ve hacmi olan

bir bedenle gezegenlere yerleştirip fiziksel bedenli insanı

hangi gezegene indirdiyse o gezegene yer çekimiyle

hapsedip imtihana tabi tutarak ilk yaratılıştaki Allah’ın

insanlara olan hitabını hatırlatmasını planlamıştır. Yani

Allah (c.c) ilk yaratılıştaki ışık bedenlerdeki halimize

gezegen hayatında ulaşmamızı dilemiştir. Bu konuyu ileride

daha detaylı açıklayacağız.

Üçüncü aşamada insanın fiziksel bedeninin yaratılması

Allah’ın ‘ol’ emriyle atom elemanlarını meydana getiren

parçacıklarla (balçık) başlayıp atomlara, atomlardan

moleküllere moleküllerden hücre tuğlalarına dönüşerek

tamamlanmıştır. Fiziksel beden aynı zamanda birinci esfel-i

safiline indiriliştir.

Yüce Allah’ın (c.c) halife adaylarından

(insanoğullarından) Allah’a halifeliğe terfi etmenin ilk sınav

sorusu fiziksel bedenlerimizde başlar.İnsanın dünyadaki asıl

görevi Allah’a kusursuz bir Tevhidle iman edip onun

gösterdiği yolda fiziksel bedenleri enerji ve ışığa

dönüştürerek ilk yaradılıştaki ilmini hatırlamak ve Allah’ın

kulundan görmek istediğini yerine getirmektir. Bu konu

başlı başına bir bilim dalıdır. Bu bilim dalının esasları

Kuran-ı Kerimde gizli ve açık olarak çeşitli ayetlerde beyan

edilmiştir.

“Muhakkak ki biz, bu Kur’anda insanlara her türlü misali

çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu

inkarcılıktan başkasını kabullenemediler.”

İsra suresi -89-

-25-

4. gün(aşama)

Birinci, ikinci, üçüncü günler Batındır. Çünkü maddenin

alt yapılarını oluştururlar. Zerreler alemini meydana getiren

iç içe oluşmuş yapı taşlarıdır. Elektrondan da küçük

oldukları için elle tutulup gözle görüp elle tutulamazlar.

Elektron mikroskoplarıyla ancak elektron boyutundaki

yapılar görülebildiğinden atom ve üst yapılar (molekül ve

hücre) zahirdir. Bu sebeple dördüncü, beşinci ve altıncı

günler zahirdir. İnsanın fiziksel bedeninin gözleri mikroskop

gibi bazı aletler yardımıyla bu son üç aşamanın yapılarını

algılayabilir.

Dördüncü aşama zahir (görülebilen) alemin başlangıcıdır.

Bu zahir aşamaların her biri, birer bilim dalı oluşturmuştur.

Batın (görülemeyen) olarak saydığımız ilk üç gün

astrofiziğin çeşitli yöntemleriyle açıklanmıştır.

Dördüncü günde (aşamada) uzay boşluğunu atomlar

doldurmuştur. Bugünde evrenin görüntüsü gaz bulutları

halindedir. Bununla beraber artık evrende belirli bir

şekillenme başlamıştır. Nötronlar ve protonlar birleşerek

merkezi çekim gücü oluşturmuşlardır. Bu çekim gücü

sayesinde yörüngelerine elektronları çekip yerleştirerek

atomları meydana getirmiştir.

Her atom modeli oluşturacağı molekül ve hücre yapısına

göre Allah’tan almış olduğu ilahi emirle elektron, proton ve

nötron sayısına ulaşır. Bu ilahi emirleri nasıl aldıkları ileri ki

sayfalarda anlatılacaktır. Dördüncü günde atomların her biri

ilahi ilhamla bilinçlenmeye başlar. -26-

5.gün(aşama)

Beşinci aşmada atomlar Allah’tan aldıkları bilinç ve

emirle molekülleri oluştururlar. Bu aşamada evrendeki

düzen artık şekil almaya başlar. Genişleyen evrende vücut

kazanmış yapılar bilinçli olarak birleşirler. Beşinci aşamada

Allah (c.c) moleküllerin her birine bir anda oluşturacağı

yapıları vahiy eder. Evreni oluşturan yapı molekül

aşamasında bilinçle birlikte bilgiyi de depolayarak yaratılış

süreci içerisinde, canlı varlıkları ve cansız varlıkları

oluşturacak bilgiye sahip olurlar canlı varlıkları DNA

molekülleri gibi organik moleküller oluştururlar.

Günümüzdeki bilim DNA moleküllerinin oluşturacağı

yapıların bilgisiyle donatıldığını keşfetmiştir.Ve bu ilahi

dizayn karşısında hayranlık ve hayretlerini açıkça beyan

etmişlerdir. Evren ve içindeki canlı cansız her türlü varlık

tesadüfi oluşmamıştır. Onları yaratıp bilinçlendiren ve

onlara görevlerini vahyeden, dengeye koyan yüce Allah’tır.

Yerlerin ve göklerin bilinçlenmesi aynı zamanda Allah’ın

(c.c) arş’a sayısız esmalarıyla istiva etmesidir. Bu olay

yaratılmış her şeyi en küçük noktasının içlerinden,

sonsuzluğun derinliklerinde var olan her varlığı ilmiyle ve

Zatıyla kuşatmasıdır.

“Dikkat edin; onlar, Rablerine kavuşma konusunda şüphe

içindedirler. Bilesiniz ki O,her şeyi (ilmiyle) kuşatmıştır.”

Fussilet suresi -54--27-

6.gün (aşama)

Altıncı günde (aşamada)ışık yapı, enerji yapıyı, enerji

yapı, balçık yapıyı, balçık yapı, atomları, atomlar,

molekülleri, moleküller hücreleri oluşturmuş tur. Bu

aşamada bilinçli moleküller ilahi emirle hangi varlığı

oluşturacaklarsa o varlığın temel yapısı olan hücreleri

oluşturmak için bir araya gelirler. Hücreler canlı ve cansız

varlık sahibi olan her yapıyı oluşturan altıncı ve en üst yapı

taşlarıdır.

Evrendeki her varlık hücrelerin birleşmesinden sonra

ferdiyet ve fiziksel vücut kazanırlar. Varlıklar bu aşamadan

sonra genel isimlerini alırlar.(insan, bitki, hayvan, taş,

toprak, su, maden, gezegen vs. gibi)

Bu aşamadan sonra genel isim alan varlıklar ilk

yaratılıştaki asıllarına doğru yolculuğa başlarlar. Evren ve

içindekiler (canlı, cansız, elektron, gezegen) kendilerine

çizilen ilahi kaderlerini yaşayıp görevlerini yerine

getirmektedirler.

“Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize

döndürüleceksiniz.”

Ankebut suresi -57-

“Ancak Azamet ve İkram sahibi Rabbinin zatı baki

kalacak.”

Rahman suresi -27-

Altıncı aşamadan sonra yaratılmış olan canlı cansız her

varlık hangi tür bedene sahip olursa olsun (ışık

beden‘melekler’, enerji beden‘cin ve şeytanlar’ ve fiziksel

bedene sahip insan dahil her varlık asıllarına dönme

yolculuğuna başlamışlardır.

-28-

 

YARATILIŞIN BAŞLANGICI IŞIK OLMASINA

RAĞMEN YARATILANLAR NEDEN FARKLI ŞEKİL,

RENK, VE TAT İÇERİRLER

-29-

Yaratılış alternatiftir. Yaratılıştaki alternatiflik çiftleri ve

zıtları oluşturur. Artılar eksiler gibi örneğin elektron negatif,

proton pozitiftir dünya hayatı negatif ahiret hayatı pozitiftir.

Fiziksel beden negatif, ışık ve enerji beden pozitiftir.

Allah’tan uzaklaşmak negatif, Allah’a dönmek pozitiftir.

Bu alternatiflikler bir anlamda evrendeki sistemli yapının

dengesidir ve hayat kaynağıdır. Çünkü statik olan bir

evrende hayat ve hareket olmazdı. Yaratılışının gereği evren

dinamiktir.

Varlıkların yaratılışının kaynağı, Allah’ın zatından zatına

tecelliyatının ilk anlarında oluşan çok şiddetli ışık olmasına

rağmen varlıklar altı aşama geçirdikten sonra neden renkleri,

tatları ve şekilleriyle birbirlerine benzemiyorlar?

Evrende bulunan, gördüğümüz, göremediğimiz, canlı ve

cansız varlıklar, elementler, elementlerin bileşenleri ve buna

benzer tüm varlıkların yaradılışında var olan, ışıktan

başlayıp hücre oluşumuna kadar geçirdiği altı aşamada,

yapısını oluşturan bütün tanecikleri, Allah’ın bildiğimiz

doksan dokuz esmasının dışında sayısız esmasını tesbih

etmektedir.

“Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih

etmektedir. O, Azizdir, Hakimdir.”

Hadid suresi -1-

“Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ı tesbih

etmektedir. O, üstündür, Hikmet sahibidir.”

Haşr suresi -1- 30

“Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi,

eksiklikten münezzeh, Aziz ve Hakim olan Allah’ı tesbih

eder.”

Cuma suresi -1-

“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder.

Mülk O’nundur, Hamd O’nadır. O her şeye Kadirdir.”

Teğabun suresi -1-

Yukarıdaki ayetlerde Allah (c.c), yarattığı ışıktan hücreye

ve hücrelerin oluşturduğu vücutlara, elektron taneciğinden

gezegenlere kadar, galaksilerin hatta evrenin kendisini tesbih

ettiğini açıkça beyan buyurmuştur.

O halde, yaradılışın ilk anından itibaren sonsuza yayılan

tecelliyat, sayısız tesbihatıda beraberinde başlatmış ve halen

sonsuzluk içerisinde her yapıda devam etmektedir.

Yaradılış aşamaları, sayısız tesbihatında iç içe

birleşmesiyle çeşitli renk ve şekillere bürünmüştür. Düşünün

ki; Allah’ın bildiğimiz doksan dokuz esması da dahil,

bilemediğimiz sonsuz sayıdaki esmaları da, yaradılış

anından itibaren şu yaşadığımız an’a ve sonsuzluğa kadar,

birbirinden aralık ve mesafe olmaksızın, tatlı ve itaatkar bir

ahenk içerisinde yine kendi zatını tesbih etmektedir.

Hangi varlık, Allah’ın hangi isimlerini tesbih ediyorsa o

isimlerin bilinci içerisindedir. O halde evrendeki en küçük

varlıktan en büyük varlık olan galaksilere ve nebulalara

kadar her varlık içindekilerle birlikte bilinçlidir.

31

Yerde, gökte ve arasında her ne kadar varlık yaratılmışsa

en küçüğünden en büyüğüne kadar her yapının, gerek ferdi

olarak gerekse varlığını meydana getiren her taneciğin

Allah’ı tesbih ettiğini, günümüzün Kozmoloji bilimi

farkında olmadan bu yapıların frekansları, salınımları ve

dalga boylarının var olduğunu tespit etmiştir. Örneğin bir

hidrojen atomunun çekirdeğinin çapı ortalama olarak 10-13

cm’dir. Hidrojen çekirdeğini oluşturan tek bir protonunda alt

parçacıklardan (kuark) oluşan yapısının olduğu bilimsel

olarak kabul edilmiştir. Kuark gibi fiziksel yapıların temel

parçacığının bu günkü teknikle kesin olarak ölçülebilir bir

çapı yoktur. Çünkü enerji taneciklerinden fiziksel yapıya

geçişin en küçük parçası kuarktır. Bu parçacıkların çapı

yayınlamış oldukları dalga boylarıyla yaklaşık olarak

ölçümlenmeye çalışılır. Bu dalga boyları o parçacığın

algılanan frekansıdır, yani tesbihatıdır.

Işıktan hücrelere kadar olan yapıyı oluşturan yapı taşları

herhangi bir gezegeni veya yıldızı oluşturur. Ve o yıldız

kendini oluşturan altı aşamalı yaradılışının iç içe birleşmiş

tesbihatlarıyla birlikte kendi ferdi tesbihatınıda yapar. Bu

konu kozmolojide şu şekilde açıklanıyor :

Yıldızın kütle çekimi nedeniyle küçük bir büzülme bile

yıldızın dış katmanlarının ısınmasına neden olur. Yıldızda

dışarıya serbestçe kaçamayan ışınımın basıncı nedeniylede

dış katmanlar büyük ölçüde genişler. Yıldız yeniden

büzülmek zorunda kalır. Buda alternatif olarak yıldızda bir

dizi salınıma yol açar. Bu salınım o yıldızın tesbihatıdır.

Zaman zaman gezegenlerin zikirlerinin bu şekilde ortaya

çıktıkları ölçülmüştür.

32

Yaradılışın başından itibaren olgunluğa erişene kadar

geçirdiği aşamalarıyla birlikte (altı aşama) her hangi bir

temel elementin oluşumu esnasında yaptığı tesbihatları

örnek olarak işleyelim:

Örneğin uranyum elementini ele alalım.

Uranyumun yaradılışının birinci günü:

Yukarıdaki ayetlerde Allah (c.c) ‘ın buyurduğu gibi yer,

gök ve arasında ne kadar varlık varsa tamamı zerreden

küreye içerdiği altı aşamasının ayrı ayrı tesbihatının

olduğunu öğrenmiştik. Uranyum elementi atom yapısına

kadar dört aşama içerdiği için önce bu dört aşamayı

inceleyeceğiz.

Yaratılışın ilk anlarında uranyumu oluşturacak ışık

taneciklerinin Yaratıcımızın emriyle “Er Rahman” ismini

tesbih ettiğini varsayalım. Bu demektir ki, uranyum atomunu

meydana getirecek olan sayısız ışık zerrecikleri, sayısız defa

“Er Rahman” ismini tesbih ediyordur.

 

Şekil -2- Rahmanı tesbih eden ışık tanecikleri

33

Uranyum elementinin ikinci günü(aşaması)

Uranyumu oluşturan ikinci aşama enerji taneciklerinin

yaratıldığı gündür. Bir enerji taneciği trilyonlarca ışık

taneciğinin bir araya toplanarak oluşturduğu yapıdır.

Bu demektir ki trilyonlarca Rahman ismi de bir araya

gelecek, bir tek ışık taneciğini oluşturacaktır. Bu oluşum

aynı zamanda uranyumun yaratılmasında esmalar zincirinin

başlangıcıdır. Her enerji taneciğini birer enerji topuna

benzetecek olursak, bir enerji taneciğinin iç yapısı

trilyonlarca Rahman ismini tesbih etmektedir. Bununla

beraber enerji taneciği de ferdi olarak Allah’ın bir başka

esmasını tesbih etmeye başlar.

 

Şekil -3- enerji tanecikleri

Yukarıdaki şekilde enerji taneciklerini görmekteyiz. 34

Enerji taneciği kendi iç tesbihatıyla beraber ferdi olarak

El Alim ismini zikrettiğini varsayalım. Bir cam küre

düşünün, bu cam kürenin içini Rahman ismini zikreden cam

bilyelerle tıka basa doldurduğumuzu farz edin. Cam bilyeler

kürenin içinde Rahman ismini tesbih ederken, cam kürede

bu esnada ferdi olarak El alim ismini tesbih etmektedir. Yani

buraya kadar iki esma tek bir yapıda gibi iç içe tesbih

etmektedir.

Uranyum elementinin üçüncü günü(aşaması):

Uranyuma doğru yaradılış devam etmektedir. Bu

aşamada trilyonlarca ışık taneciği, trilyonlarca Er Rahman

ismini tesbih ederek bir tek enerji taneciğini oluşturmuştur.

Trilyonlarca enerji taneciği de kendi içlerinde Er Rahman

ismini tesbih ederek ve ferdi olarak ta trilyonlarca El Alim

ismini tesbihe devam ederek bir araya toplanırlar bir tek

balçık (kuark) taneciğini oluştururlar. Bununla beraber,

balçık taneciği de vücuda gelince başka bir esma tesbih

etmeye başlar. İlahi yaradılış sıralaması budur.

Balçığın yaratılması esnasında trilyonlarca Er Rahman

ismin tesbih eden ışık tanecikleri, trilyonlarca defa

katlanarak yine trilyonlarca El Alim ismini tesbih eden

enerji taneciği de bir tek balçık taneciğinin içine

yerleştirilmiştir. Bu arada balçık taneciğinin de ferdi olarak

El Hakim ismini tesbih etmeye başladığını farz edelim.

Şekil -4- te uranyumu oluşturacak olan balçık taneciğinin

iç içe tesbihatı görülmektedir. -35-

 

Şekil -4- Balçığın (kuark) tesbihatı 36

Yukarıdaki örnekte verdiğimiz cam kürenin içindeki

trilyonlarca cam bilye Er Rahman ismini tesbih ediyordu.

Trilyonlarca içi Er rahman ismini tesbih eden ferdi olarak

kendisi El Alim ismini tesbih eden cam kürelerin daha

büyük bir cam kürenin içine dolduralım. En içteki ışık yapı

Er Rahman ismini, onun üstündeki enerji yapı El Alim

ismini, onun üstündeki balçık yapıda El Hakim ismini tesbih

etmektedir.

Şöyle bir örnek verecek olursak, bu yapı küresel bir buz

parçası gibidir. Buzu oluşturan yapıyı incelersek, suyun gaz

hali Er Rahman ismini tesbit etmektedir. İkinci aşamada

suyu oluşturan trilyonlarca gaz molekülü su haline geçtikten

sonra El Alim ismini zikretmeye başlar. Suyu dondurursak

buz halinin de, El Hakim ismini tesbih ettiğini varsayalım.

Ortaya çıkan durum iç içe El Hakim, El Alim ve Er Rahman

isimleri aynı buz parçasının yapısında tesbihatına devam

ederler.

Bu arada bu esmalar zinciri üçüncü aşamaya kadar

uranyum oluşumunu ilham olarak almıştır. Üç ayrı isim bir

sonraki aşamada nasıl ve kaç adet elektron, proton ve

nötronları oluşturacaklarının bilincine varmışlardır.

Yaratıcıya, oluşum halindeki uranyumun yapısı ışıktan

enerjiye, enerjiden balçığa her yapı harfiyen itaat etmektedir.

Artık elementin şekil almaya başladığı yapı ilk halini almaya

başlamıştır. Bununla beraber bilinci de artmıştır. Bu

aşamadan sonra uranyumun elektronunu, protonunu ve

nötronlarını hangi esmaların tesbihatı oluşturacaksa ilahi

dizaynla balçık yapı ilham aldığı sıralamayı takip eder.

37

Uranyumun dördüncü günü (aşaması)

Uranyumun yaratılmasının dördüncü aşamasında

uranyumu oluşturan ışık yapı ve tesbihatı Er Rahman ismi

Trilyonlar x trilyonlar x trilyonlarca sayıya ulaşmıştır.

Uranyumun enerji yapısı ve tesbihatı El Alim ismi trilyonlar

x trilyonlarca olmuştur. Şimdide trilyonlarca El Hakim

ismini tesbih eden balçık (kuark) tanecikleri sırasıyla

protonu, nötronu, elektronu, yani uranyum atomunu

meydana getirecek tekmil yapıyı oluşturacaktır. Bu aşama

aynı zamanda evrenin yaratılışının da dördüncü aşamasıdır.

Bu esnada evren gaz halini almıştır. Bu oluşum, Kuran-ı

Kerim’de “duman halindeki gök” tabiri ile ifade ediliyor.

Artık gezegenlerin, gezegenleri meydana getiren tüm

elementlerin, göğün ve arasındakilerin ayrılma, oluşma ve

olgunlaşma vaktidir. Burada tecelliyat tecelli sahibine tam

ve kusursuz itaat halindedir. Yaradılışın bu aşamasında

yapıların bilinçleri olgunlaşmaya devam ederken tesbih

ettikleri esmaların ve tesbihatlarının sayıları da rakamlara

sığmamaktadır.

Uranyumun bu aşamasında trilyonlarca balçık taneciği

kendini oluşturan sayısız iç içe tesbihatlarıyla birlikte El

Hakim ismini tesbih ederek bir adet protonu oluştururlar. Bu

bir İlahi dizayndır.

Proton vücut kazanınca kendi yapısına pozitif bir

aktivite kazandıran Allah’ın ilham etmesiyle aldığı esmayı

tesbih etmeye hak kazanır. Oluşumunu tamamlayan

protonun “El Cami” ismini tesbih etmeye başladığını

varsayalım. -38-

Şekil -5- Protonun Tesbihatı-39-

 

Şekil -6- Nötronun Tesbihatı-40-

Şekil -7- Elektronun tesbihatı

-41-

Aynı anda iç içe sayısız tesbihatlarıyla birlikte vücut

kazanan proton taneciği El Cami esmasını tesbih etmeye

başlar.(bak şekil -5-)

Bu defa trilyonlarca balçık tanesi yine iç içe tesbihat

zincirleriyle birlikte almış olduğu ilahi ilhamla bir adet

nötron taneciğini oluştururlar. Nötron taneciği vücut

kazanınca misal olarak El Veli ismini tesbih etmeye başlar.

(bak şekil -6-)

Yine aynı sıralamayla trilyonlarca balçık taneciği bu defa

almış oldukları ilahi ilhamla bir araya gelerek elektron

taneciğini oluştururlar.Vücut kazanan elektron taneciği ferdi

olarak kendisine verilen esmayı tesbihata başlar. (misal

olarak El Kadir esmasını tesbih etsin.)(bak şekil -7-)

Bununla birlikte yaratılışın gereği olan alternatiflik te

tamamlanmış olur. Proton pozitif, nötron yüksüz, elektronda

negatif yüke,yapmış oldukları tesbihatlarından almış

oldukları ilahi kudrete göre sahip olurlar.

Uranyum oluşumu sıralamasında ışıktan protona,ışıktan

nötrona, ışıktan elektrona kadar yaradılış sıralamasında

balçık yapıya kadar üç değişik esmayı tesbih ederler. Balçık

yapıdan sonra vücut kazanan elektron, proton, nötron ferdi

olarak iç yapılarında aynı esmaları tesbih ederken, tek

başlarına üç ayrı esmayı tesbih etmeye başlamalarının

sebebi; uranyum atomunu oluşturmak için elektron, proton

ve nötron sayılarının kaçar adet olacağının ilhamını bu

esmalardan almalarıdır. Bu esmalar sıralaması uranyuma

238 elektron, 238 proton ve 238 nötron kazandırır ve

uranyum elementi evrendeki yerini alır.42

Diğer elementlerin yaratılışında da aynı sıralama, her

aşamasında ayrı ayrı esmaları tesbih ederek vardır. Bu

sıralamalar beşinci ve altıncı günlerde atomların birleşerek

molekülleri oluşturmasıyla birlikte, moleküllerinde hak

kazandıkları esmaların tesiriyle vücuda gelecek her türlü

yapının, hava, su, toprak, meyveler, sebzeler v.s. nin, renk,

biçim, koku, tat gibi özellikleri bu moleküllerin yapılarında

bilgi olarak bu aşamada kaydedilmiştir. Bu bilgiler son

aşamada yani altıncı günde hücrelerin içlerine yerleşirler.

Dördüncü aşamada atomun yaradılışı ışıktan

kuarka(balçık) trilyonlarca altı değişik esmanın tesbihatıyla

tamamlanmıştır.

Beşinci aşama için bir başka atomun değişik tesbihatlar

zinciriyle yaratılıp, hangi maddenin molekülünü

oluşturmaya programlanmışsa o atomla birleşmesi gerekir.

Yaratılan her atom, yaratılışın kuralı gereği yukarda

anlatıldığı gibi iç içe ve birbiriyle aynı olmayan esmaların

birleşmesi ile oluşurlar.

İşte yaradılışın beşinci aşamasına geçerken, evreni gaz

bulutu halinde dolduran atomlar Allah’ın (c.c) emriyle,

bilinçli olarak ve isteyerek bir araya gelip evrenin fiziksel

yapısının temelini oluşturmuşlardır.

“Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, yerküreye:

İsteyerek veya istemeyerek, gelin! Dedi.İkisi de ‘isteyerek

geldik’ dediler.”

Fussılet suresi -11-

Bu emrin tesiriyle moleküller ve hücreler Allah’a itaat

ederek ve Allah’ın irade buyurduğu belirli çekim

merkezlerinde toplanarak, yerleri (gezegenleri)

oluşturmuşlardır.43

Altı günde yaratılış, Yaratıcının “ Ol ” emriyle bir anda

olmuştur. Yaratılışın son iki günü yerlerin ve göklerin

ayrışmasını sağlamış, gaz bulutları belirli çekim

merkezlerinde toplanarak gezegenleri oluşturmuş ve uzay

boşluğu ortaya çıkmıştır.

“De ki:gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkar edip

O’na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, alemlerin Rabbidir. “

Fussilet suresi -9-

Yukarıdaki ayette yer olarak geçen yapı evrendeki bütün

gezegenler, yıldızlar ve galaksilerdir. Yerlerin ve göklerin

yaratılışı ve dengeye konuluşundan sonra evren içerisinde

tecelliyat genişlemeye devam ettiği ve gezegenler arasındaki

mesafeler birbirinden uzaklaştığı için evrende bir sükunet

oluşmuş gibidir.

“Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) O koydu.”

Rahman suresi -7-

Atomların ve moleküllerin oluşturduğu gaz (duman)

halindeki evrende atomların birleşerek molekülleri,

moleküllerin birleşerek hücreleri, hücrelerin birleşerek

gezegenleri(yerleri) oluşturması Kuran-ı Kerim’de göklerin

ve yerlerin ayrılması olarak ifade ediliyor.

“O inkar edenler görmüyorlarmı ki, (başlangıçta)

göklerle yerler bitişik iken, Biz onları ayırdık…”

Enbiya suresi -30-

Uranyum atomunun yaratılmasını yaratılışın

aşamalarında atomlara kadar olan aşamayı anlatmak için

örnek olarak anlatmıştık.Atom aşamasından sonra yukarıda

anlatıldığı gibi atomlar molekülleri, moleküller hücreleri

meydana getirerek altı aşama tamamlanacaktır. 44

Evren içerisindeki trilyonlarla ölçülemeyen sayıda ve hiç

biri diğerine benzemeyen ayrı ayrı esmaların tesbihatı

evrenin kendisini oluşturmuştur. Evrenin oluşma bilgileri

evrenin beşinci aşamasında yaratılan moleküllere birer

küçük levh-i mahfuz özelliği kazandırmıştır. Moleküller

evrenin sırrının bilgi bankalarıdır. Allah (c.c) sonsuz irade

ve kudretiyle moleküllerin yapılarına hangi maddenin

yaratılması esnasında, nasıl ve hangi yapılarla

birleşeceklerini şifreler halinde yerleştirmiştir. Dolayısıyla

evrende olan en küçük hareket bile yaratıcısının emrinin

dışında olamaz.

 

Şekil -8- DNA’nın tesbihatı (molekülün) 45

Şekil sekizde görüldüğü gibi molekülü meydana getiren,

ışık, enerji, balçık, elektron, nötron, proton sıralaması olmak

şartıyla molekülün yaratılmasında en az iki atom birleştiği

için 6 x 2 = 12 değişik esmanın bir saniye içerisinde

katrilyonlarca defa tesbihatını, molekülün iç yapıları tesbih

ederken, vücut kazanan molekül de fert olarak başka bir

esmayı tesbih etmeye başlar.(mesela El Halim)

Yaratılışın altıncı aşaması(günü)

Altıncı aşamada, göklerin, yerin ve arasındakilerin

yaratılması tamamlanmıştır. Bu aşamada moleküller

Allah’ın (c.c) emriyle bir araya gelerek hücreleri

oluştururlar, hücre kendini meydana getiren iç içe değişik

esmaların tesbihatlarını varlığında cem ederek ferdi

tesbihatına başlar. Misal; hücre “El Hay” esmasını tesbih

etsin.

Artık evreni oluşturan bütün yapılar yaratıcısının

isimlerini sayısız defa tesbih etmektedir. Ve bu durum

kıyamete kadar böyle sürecektir. Ve evren de Allah’ı ferdi

olarak tesbih etmeye başlamıştır.

Yine bu aşamada yerler, gökler ve arasındakiler kemal

noktasına ulaşmıştır. Ve artık evren ve içindeki her varlık

kendisine biçilen ömrünü tamamlayıp Allah’a doğru

yolculuklarına başlamışlardır. Evren ve içindeki her varlık

yaratılışından kendi kıyametine ve ötesine kadar yaratıcısına

muhtaçtır. Evrendeki varlıklar bir taraftan asıllarına

dönerken diğer taraftan yeni oluşumlar ve Allah’ın yaratma

hali de sürmektedir. Çünkü yaratılış alternatiftir. Evrende

yaratılan her şey doğum ve ölüm alternatifliğini yaşarlar.

46

Bu hali Allah (c.c) Kuran-ı Kerim’de kullarına şöyle

beyan ediyor :

“Göklerde ve yerde bulunan herkes O’ndan ister. O, her

an yaratma halindedir.”

Rahman suresi-29-

Yukarıdaki ayette vurgulandığı gibi Allah (c.c) yaratmayı

sürdürmektedir. Bu yaratma hali daha önceden oluşan ve

evrenin genişlemesiyle ifade edilen yayılma halinin içinde

bulunan ışık, enerji, balçık, atom gibi yapıların fiziksel

görünüme geçmeleri şeklindedir.

“Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz Biz

(onu) genişleticiyiz.”

Zariyat suresi -47-

Evrende yaratılan her varlık yukarıda anlattığımız gibi

ışıktan hücreye, hücreden küreye her yapı iç içe zikirler

sıralamasından oluşmuştur. Hatta evren dahi ferdi tesbihatı

ile meşguldür. Bu aynı zamanda yüce Yaratıcımızın bir

saliseden az bir süre içerisinde sayılarla ölçülemeyecek

kadar, evrenin sonsuzluğunda tekrarlandığının ispatıdır.

Allah’ın (c.c) bildiğimiz ve bilemediğimiz esmalarının

ayrı ayrı bir araya gelmesi ve alternatif olarak tekrarlanması

evreni kuşatan Allah’ın ilmindendir. Bu ilim yarattıklarıyla

beraber sonsuzluğa yayılmıştır. Ve ışık taneciğinden

kürelere kadar evreni ve içindekilerini kuşatmıştır.

Allah’ın (c.c) ilmiyle evreni kuşatması aynı zamanda

evreni bilinç sahibi yapmıştır. Çevremizde ve evrende

algıladığımız ve algılayamadığımız her varlık bilinçli olarak

Allah’ın emrindedir.-47-

“Arş’ı yüklenen ve birde onun çevresinde bulunanlar,

Rab’lerini hamd ile tesbih ederler. O’na iman ederler.

Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz!

SENİN RAHMET VE İLMİN HER ŞEYİ KUŞATMIŞTIR.

O halde tevbe eden ve senin yolunda gidenleri bağışla,

onları cehennem azabından koru.(derler)”

Mü’min suresi -7-

Yaradılış ve altı aşamasının her aşaması başlı başına birer

bilim dalıdır. Evren iç içe tesbihatlarıyla ve kendisini

kuşatan Allah’ın ilmiyle tam bir denge ve uyum içersindedir.

“Yedi kat göğü birbiriyle tam uyum içerisinde yaratan

O’dur. Rahman’ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık

göremezsin. Çevir de bak gözünü bir kusur görebilir misin?

Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak, gözün bir kusur

bulamadığı için eli boş ve bitkin olarak geri döner.”

Mülk suresi -3,4-

Yukarda verdiğimiz örnekte, ışıktan hücreye yaratılışın

altı aşamasında yapmış olduğu tesbihatları sıralayacak

olursak aşağıdaki şekilde tesbihatlar zinciri ile karşılaşırız.

Şekil dokuzda görüldüğü gibi atomun ışık yapısı birinci

aşamada yaratılır ve ışık tanecikleri Er Rahman ismini, Işık

taneciklerinin bir araya gelerek oluşturdukları enerji yapı El

Alim ismini, enerji taneciklerinin bir araya gelerek

oluşturdukları balçık yapı (kuark) El Hakim ismini, balçık

taneciklerinin bir araya gelerek oluşturdukları atomun

protonları El Cami ismini, nötronları El Veli ismini,

elektronları El Kadir ismini tesbih etmektedir48

Bu aşamadan sonra Elektron, proton ve nötronların bir

araya gelerek oluşturdukları atomların en az iki tanesi bir

araya gelerek molekülü oluştururlar. Molekül ferdi olarak El

Halim ismini tesbih eder. Moleküller bir araya gelerek

hücreleri oluştururlar, hücrelerde kendi iç tesbihatlarıyla

birlikte misal olarak verdiğimiz örnekte El Hay ismini tesbih

etmektedir.

Şekil -9-

Altı aşamanın tesbihatının misali anlatımı

-49-

 

TESBİHATLAR VE FREKANSLAR 50

Geçtiğimiz sayfalarda bahsettiğimiz gibi yaratılış

alternatiftir. Allah (c.c) birdir, eşi benzeri ve kendine dengi

asla olamaz. Bu sebeple yarattığı her varlık alternatiflik

içerir. Bu alternatiflikler artı – eksi, gece – gündüz, doğum –

ölüm, cennet – cehennem v.s , bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Yaratılıştaki alternatiflik aynı zamanda Allah’ın sonsuz

kudretine muhtaçtır. Alternatiflik Allah’ın evrenin nizamına

koyduğu aynı zamanda çift yaratılış kuralıdır. Çift yaratılış

evrenin ve evreni oluşturan yapıların alternatifliğidir.

“Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt

alasınız.”

Zariyat suresi -49-

 

Şekil -10-

-51-

Yaratılışın ilk aşaması çok şiddetli ışık idi, ışık

tanecikleri ışık hüzmesini oluşturduğunda yapısı gereği ışık

huzmesinin bir tek telini incelersek o ışık telinin alternatif

bir yapıya sahip olduğunu görürüz. Bu ışığın alternatifliği

aynı zamanda ışığın frekansıdır. İlk yaratılıştaki ışığın

frekansını günümüzde kullanılan frekans ölçerlerle

(osilaskop gibi) algılamak mümkün değildir. Çünkü ilk

yaratılıştaki ışığın frekans aralıkları şiddetinden dolayı çok

sıktır.

Gerek ilk yaratılıştaki ışık olsun, gerekse günümüzde

algıladığımız ilk yaratılıştaki ışığa göre çok zayıf olan ışığın

yayınlamış olduğu frekansları, bu ışık yapıların

tesbihatlarının titreşimleridir.

Bu frekansları günümüz teknolojisiyle inceleyecek

olursak şöyle bir örnek verebiliriz. Mikrofona Allah ismini

söylersek ses dalgaları mikrofondan elektrik enerjisine

dönüşerek,sesin dalga boylarına göre aynı aralıktaki

frekansa dönüşür. Bilindiği gibi elektrik akımı elektron

akışıdır. (elektrik akımının frekanslarını elektronların

tesbihatları oluşturur,elektrik her ne kadar alternatif akım ve

doğru akım olarak ikiye ayrılsada doğru akım frekanslarının

sıklığı sebebiyle yayınlamış olduğu dalga boyları frekans

ölçerlerde salınımsız,düz bir çizgi gibi görünür.) Mikrofona

okuduğumuz Allah isminin kablolardan frekanslar halinde

geçerek her hangi bir frekans ölçer cihazının ekranında

Allah ismini frekans dalgaları halinde görürüz.( Bak şekil

11) ışıktan maddeye altı aşamada yaratılan ve sonrada

hücrelerin bir araya gelmesiyle vücut sahibi olan her varlık,

yaratılışının her aşamasında bu frekanslarla yaratılmıştır.

-52-

 

Dikkat edilirse esmaların tesbihat sayısı yaratılan madde ışık

halindeyken katrilyonların ötesinde adete sahipken ışık

taneciklerinin birleşerek oluşturdukları enerji taneciklerinin

tesbihat sayısı ışık taneciklerinin tesbihat sayısına göre daha

azdır. Bu sıralamada evrenin oluşumuna gelene kadar aşama

aşama tesbihat sayısı azalır.

Çünkü çoklar birleşerek her aşamada tekleri oluştururlar.

Evrene gelince evren tek olduğu için tesbihatıda tektir.

Evren yaratılışının başlangıcında ferdi olarak tesbih etmeye

başladığı tek ismi kendi kıyametine kadar bir defa tesbih

eder. Evrenin ferdi tesbihatı bittiği zaman evren kendi

varlığının içine çökerek yok olacaktır. Bu aşamada yaratılış

tersine dönecek yaratılan her varlığın tesbihatı geriye doğru

akarak ilk yaratılıştaki çok şiddetli ısı ve ışığın oluştuğu

haline gelecek ve kıyamet kopmuş olacaktır.

-53-

Hatta kıyametin kopma esnasında yaratılışın ilk halindeki

çok şiddetli ışık ve ısıya gelmeden hemen önce evrenin ve

gök yüzünün almış olduğu hali Kuran-ı Kerim şu şekilde

ifade ediliyor:

“O gün gökyüzü, erimiş maden gibi olur.”

Mearic suresi -8-

Yukarıdaki ayette evrenin nasıl bir hal alacağına Allah

(c.c) açık açık bildiriyor. Erimiş madenin nasıl bir renge

sahip olduğu herkesçe malumdur.

“Gök yarılıp da kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu

zaman,”

Rahman suresi -37-

Evren kıyamet halinde dahi Allah’ın emriyle yapmış

olduğu tesbihattan kesinlikle ödün vermez. Evrenin yaratılışı

ve bitişi esmaların tesbihatıdır. Evrenin başlangıcı ve bitişi

çok şiddetli ısı ve ışıktır.

O halde, evrendeki ilim ışıktan hücrelere gelinceye kadar

birbirlerinin içine frekanslar zincirleriyle yerleştirilmiştir.

Bu bilim yüklü frekanslar genellikle moleküllerde bulunur.

Moleküllerle birlikte hücrelerin içerisinde yer alırlar. Bu

günün teknolojisiyle bu bilgiler kısmen bilgisayarlar

aracılığıyla çözümlenmeye başlamıştır. Örneğin D.N.A

moleküllerinde bu bilgiler hangi varlığı oluşturacaklarsa o

varlığın doğumdan ölüme bütün bilgileriyle donatılmıştır.

Ve her D.N.A. kendisine has ayetler içerir.

“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır.”

Zariyat suresi -20-

54

Örneğin bir gül ağacının D.N.A. larında, gülün

tohumundan meyvesine, meyvesinden tekrar tohum oluşum

aşamasına kadar o gülün alacağı besin miktarı, hücre sayısı,

gövde ve yapraklarındaki suyun akışı, yapraklarındaki nefes

alma deliklerinin sayısı, gövde ve yaprak renkleri, gül

tomurcuklarının sayısı, tomurcukların ebatları, gülün açma

süresi, gül yapraklarının rengi,kokusu v.s. tamamen

kayıtlıdır. Bu aynı zamanda Allah’ın ilmi ile yarattıklarını

kuşatmasıdır.

Günümüzde gen bilimiyle uğraşanlar her ne kadar bazı

bitkilerin genleriyle oynayıp verimliliklerini artırmaya

çalışsalar da üzerinde çalıştıkları bitkinin verimi, genlerinin

oynanmasıyla bir ekim ve hasat süresi bir artar.

D.N.A.’sıyla oynanmış herhangi bir bitki ekildikten sonra

vereceği ürün fazla olsa da bu alınan ürünün tohumlarını

ertesi yıl tekrar ektiğimizde o tohumun D.N.A.’sı ilk halini

almış olarak ürün verir. Yani aslına döner. Çünkü

D.N.A.’larda dışarıdan müdahale ile bozulan dengelerin

otomatik olarak düzeltilmesi bilgisi o D.N.A.’lara Allah

tarafından yerleştirilmiştir.

Örneğin ayçiçeği tarımıyla uğraşanlar bilirler; doğal

haliyle ekilmiş, D.N.A. larıyla oynanmamış, tohumlardan

yetişen ayçiçekleri, büyüyüp baş verdiklerinde bu

ayçiçeklerinin başları sabah güneşin doğuşuyla birlikte radar

gibi güneşe kilitlenirler ve güneş batana kadar o tarladaki

bütün ayçiçekleri hiza ve disiplinlerini bozmadan güneşi

takip ederler.

Dışardan bakıldığında o tarlada hiçbir düzensizlik ve

başka bir yöne bakan ayçiçeği başı göremezsiniz. 55

D.N.A.larıyla oynanmış tohumlardan ekilmiş bir tarlada

yetişen ayçiçeklerini gözlemlediğimizde, D.N.A. larındaki

yetişme emirleri sıralaması dışarıdan müdahale ile

bozulduğu için o ayçiçeklerinin başlarının birçoğu ürettiği

tohumların çokluğundan ve dengesizliğinden dolayı sabah

güneş doğduğunda güneşe kilitlenemezler. Çok az bir kısmı

güneşi takip eder. Diğerleri de güneş ışıklarını takip etmekte

zorlanır. O tarladaki görüntüde bir düzensizlik, disiplinsizlik

görülür. Ayçiçeklerinin başları sağa sola dönmüştür, bir

kısmıda ağırlığından başı kopacakmış gibi yere doğru

eğilmiştir.

D.N.A sıyla oynanmış ayçiçeği ekildikten sonra alınan

tohumları ertesi yıl yeniden ekerseniz yeniden yetişen o

ayçiçeklerinin sabah güneş açıp akşam batıncaya kadar

belirli bir düzen ve disiplin içerisinde, güneşi takip

ettiklerini görürsünüz. Çünkü o tohumlar almış oldukları

ilahi emirle kendi kendilerini düzelterek aslına dönmüştür.

Kuran-ı Kerimde ilk muhattab alınan varlık insandır ve

insanı muhattab alan Kuran o insanın şekline,boyuna

bosuna, zenginliğine, fakirliğine, mesleğine, etiketine ve

kariyerine hitap etmez.Kura insana hitap eder. Geçmişte de

olduğu gibi bugün yaşayan tüm akıl sahibi insanlara ve

kıyamete kadar gelecek insanlara değil dünyamız gibi nice

gezegenlerin insanlarına hitab eder.

Bundan sonraki bölümde kuran ın kendisine muhattab

aldığı Allah ın içlerinden kendisine halifeler seçtiği insanın

altı aşamalı yaratılışını ve bu aşamalarda insana verilen

üstün özellikleri anlatacağız. 56

İNSANIN ALTI YARATILIŞ AŞAMASI

57

Kitabımızın başında da belirtmiştik.Yaradılışın ana

nedeni insandır.Çünkü rabbimiz insanı ve evreni yaratmadan

evvel bilinmek istemiştir.Bu Allah’ın muradıdır.Allah’ın

bilinmekliğini istemesi zatının ama konumundayken murad

olunmuştur. Sahabelerden bir gurup Resulullah (sav)

Efendimize sorarlar :

_“Ya Resulullah Allah mevcudatı yaratmadan önce

neredeydi?” Resulullah efendimiz cevaben :

_ “Ama’daydı.”Buyurmuşlardır.

Yaratılıştan kıyamete kadar evren içerisinden geçen ve

gelecek ne kadar insan varsa hepsini de yaratılışa şahit

tutmuştur. Yani Allah’ın zatından zatına tecelliyatının

başlangıç anıyla beraber insan yaratılmış,ilimle donatılmış

ve rabbimiz bize bizzat kendi tarafından tanıtılmıştır.

Yaratılıştan kıyamete kadar ne kadar insan varsa bunların

hepsi tecelliyat anında kendi yaratılışlarına ve evrenin

yaratılışına şahit olmuşlardır.

“ Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz

diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden

zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi

ki:Ben sizin Rabbiniz değil miyim?(onlarda),Evet (buna)

şahit olduk, dediler.

Araf suresi 172.

Yukarıdaki ayette insan neslinin atalarının bellerinden

süzülüp çıkarılmasından maksat kıyamete kadar fiziksel

bedenlere gelmiş bütün insanların Allah tarafından insana

göre zamanın gerisine doğru alınmış ve Allah’ın zamansızlık

ortamında insanlar kendi yaratılışlarına şahit tutulmuşlardır.

 

58

İnsanın yaratılması da evrenin ve içindekilerin

yaratılması gibi altı aşamada oluşmuştur.İnsanın yaratılış

aşamaları Kuran-ı Kerimde Tin Suresinde anlatılmıştır.

“İncire,zeytine,Sina dağına ve şu emin beldeye yemin

ederim ki, Biz insanı en güzel biçimde yarattık sonra onu

aşağıların aşağısına indirdik.”

Tin suresi 1-2-3-4-5-

Yukarıdaki ayetlerde ismi geçen incir ve zeytin bu güne

kadar herhangi bir belde ismi veya kutsal meyveler olarak

algılanmıştır. Kuran tefsircileri tarafından, belki de zamanı

gelmediği için incir ve zeytinin gerçekten hangi manaya

işaret ettiğini açıklayamamışlardır.

Oysa Kuran-ı Kerimin Tin suresinde geçen incir ve

zeytin, ışıktan-hücreye kadar olan yaratılışın altı aşamasını

işaret etmektedir. Evren altı aşamada yaratıldığı gibi

insanında yaratılışı altı aşama içerisindedir.

Şimdi Tin suresinde geçen incirin, insanın yaratılışında

hangi aşamaları kapsadığını inceleyelim.

Allah (c.c) Kuran-ı Kerimde kullarına hitap ederken

yemin ederek başladığı ayetlerin derinliklerine kudretinin ve

ilminin bir çok sırlarını gizlemiştir. İnsanın en güzel biçimde

yaratılışı da böyle muhteşem ve sırlarla dolu bir yeminle

başlıyor. Burada hangi yaratılmış varlıklara yemin ediliyorsa

o varlıkların yaratılmasındaki derin sırları görmek lazım.

Hatırlarsanız evrenin yaratılmasını anlatırken yaratılış

aşamalarındaki bir araya gelen ışık, enerji, balçık

taneciklerinin Allah’ın esmalarını tesbih etmelerini iç içe

geçmiş cam kürelerle anlatmıştık. İncirde yapı olarak cam

küreler örneğine benziyor. -59-

Bir tane incir meyvesinin iç yapısını incelersek yüzlerce

çekirdek tanecikleriyle karşılaşırız. İncir çekirdeklerini

meydana getiren iç yapısına da göz atarsak binlerce

taneciğin bir araya geldiğini görürüz.

 

Şekil -12- incirin kesiti

Yukarıda görüldüğü gibi inciri bir balçık (kuark) taneciği

gibi düşünürsek incirin içerisinde ki yüzlerce çekirdek ve

çekirdeği meydana getiren yapı, balçığı ve meydana getiren

altyapıyı andırmaktadır.  -60-

İncir çekirdeklerinin özü sayısız taneciklerden oluşur. Bu

tanecikler,Allah tarafından kendisine ilham olunan Allah’ın

bir esması ile tesbihat halindedir. Çekirdeği meydana getiren

milyonlarca öz tanecikler bir adet incir çekirdeğini oluşturur.

Yüzlerce incir çekirdeği de kendisine ilham edilen tesbihatla

beraber bir incir meyvesinin içerisinde bulunurlar ve incirde

kendisinin ferdi tesbihatıyla meşguldür.

O halde incir ışıktan balçık yapıya kadar üç aşamayı

temsilen Kuran-ı Kerimde ifade edilmiştir. İşte incirin bu

yapısı ayette Allah (c.c.) ın yeminine mazhar olmuştur. Bu

yalnızca, yemin edilen incirin sırlarından bir tanesidir.

 

Şekil-13- incirle temsil edilen yaratılışın üç aşaması.

61

Kuran-ı Kerim’in Tin suresinde yemin edilen objelerin

biri de zeytindir. Allah’ın (c.c.) üzerine yemin ettiği zeytin

de yaradılış biçimiyle o yeminin sırlarını varlığında taşır.

Tin suresinde insanın en güzel yaradılış sıralamasında geçen

zeytin,yaradılışın son üç aşamasını temsil eder. Zeytin yapısı

itibarıyla genelde oval biçimdedir. Bir zeytini uzun

kısımlarından çekirdeğiyle beraber boydan boya tam ortadan

kestiğimiz zaman ortaya çıkan zeytin kesitinin görüntüsü

tıpatıp bir hücreyi andırır. Dikkatli baktığınız zaman

zeytinin en dışında hücre zarı, zeytin ile çekirdek arasında

plazma yapı vardır. Yani zarıyla, plazma yapısıyla ve

çekirdeğiyle hücrenin ikizidir.

Şekil -14- zeytinin kesiti  62

Şekil 14 te görüldüğü gibi zeytinin kesiti hücreye benzer.

Kuran-ı Kerimde üzerine yemin edilen zeytinin sırlarından

bir tanesi de budur. Zeytin insanın yaratılışının atomdan

hücreye kadar olan son üç aşamasını temsilen Kuran-ı

Kerim’deki Tin suresinde (ahsen-i takvim) en güzel biçimde

yaratılış sıralamasını içerir. İşte Allah (c.c.) boş yere incire

ve zeytine yemin etmemiştir. Allah’ın (c.c.) yemin ettiği

ayetlerin altında işte böyle sırlar vardır.

Ayetler aynı zamanda düşünüp ibret ve öğüt almamız

içindir. Kuran-ı Kerimin insanlara verdiği ibret ve öğüdü

alan insan bilgeliğe ulaşır.

“Hala Kuran üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi?

Eğer O Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda

birçok tutarsızlık bulurlardı.”

Nisa suresi -82-

“ ( Resulüm) sana bu kitab’ı ayetlerini düşünsünler ve

aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.”

Sad suresi -29-

İşte insanın yukarıdaki ayetlerde Yaratıcısının

kullarından istediği gibi, Kuran’ı Kerim’i okuyup ayetler

üzerinde derin derin tefekkür ederek (bu en büyük

ibadetlerden biridir ve insanı Allah’a çok çabuk yaklaştırır.)

Kuran-ı kerim’in ayetlerinin derinliklerindeki yüksek

bilimleri tahsil etmesi lazımdır. İbadetle birlikte tefekkür

insanı,insan-ı kamil noktasına ulaştırır. İnsan-ı kamil noktası

şeytanın insana müdahale edemediği, vesvese veremediği,

Allah’ın kuluna lütfettiği müstesna bir makamdır.

63

Yüce Yaratıcımız Tin suresinde insanın en güzel biçimde

yaratılış sıralamasını (ahsen-i takvim) ifade buyururken

üzerine yemin ettiği incirle, yaratılışın ışık (nur), enerji (öz

ateş), kuark(balçık) aşamasını kastetmiştir.

Üzerine yemin ettiği zeytinle de, insanın yaratılışında son

üç aşama olan atomlar, moleküller ve hücreleri kastetmiştir.

İnsanın yaratılması da ahsen-i takvim sıralamasında, evrenin

yaratılmasında olduğu gibi ışıktan hücreye Allah’ın sayısız

esmalarının tesbihatlarıyla donatılmıştır. Kısaca insanın

fiziksel vücudu ışıktan hücreye kadar iç içe geçmiş Allah’ın

esmalarının tesbihatları zinciridir. İnsan baştan aşağı bilerek

veya bilmeyerek bütün yapısıyla bir salisenin milyonda biri

süre içinde sayısız defa Allah’ın esmalarını zikreder.

Bu sebeple insanların yapılarına hakaret etmek, darp

etmek ve insanı öldürmek Allah’a karşı gelmektir. İnsan

vücudunu meydana getiren Allah’ın doksan dokuz esması

dahil ve bu esmaların dışındaki bilmediğimiz esmaların

tamamı aynı zamanda levh-i mahfuzda kayıtlıdır.

Evreni kuşatan esmaların tamamı Allah’ın ilmidir. Bu

esmaların tamamı evrenin bir modeli olan insanda da

bulunduğu için, insanı ışıktan hücreye meydana getiren

yapının tesbih ettiği esmalar evreni kuşatan esmaların sayısı

kadardır. Bu sebeple insan Kuran’la aynıdır. Bu hususta Hz.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuştur.

“ İnsan ve Kuran iki ikizdir.”

İnsanın varlığı böyle yüce bir yaratılışa sahiptir. Bu

sebeple insana değil fikirlerine mücadele verilmelidir.

64

Şekil -15-

İncirin ve zeytinin yukarıdaki şemada yaratılış

sıralamasındaki altı aşaması temsili olarak gösterilmiştir. 65

Tin suresinin ilk ayeti Yüce Allah’ın yeminiyle başlayan

ve biten, insanın en güzel yaratılış biçimini (ahsen-i takvim )

, yaratılış sıralamasını ve üstün yaratılışını ifade buyuruyor.

Şimdi ilk ayetteki yeminin sırrını başka bir açıdan

inceleyelim ;

Hatırlarsanız Allah (c.c.) insanları yaratılışlarına ve

evrenin yaratılışına şahit tutmuştu. Ahzap suresi 172. ayette

belirtildiği gibi, Allah insanı ve zurriyetini yani yaratılıştan

kıyamete kadar evren içerisinde gelip geçecek tüm insanları

ışık(nur) bedenlerde, daha sonra yeryüzünde imtihan etmek

üzere bilgilendirmişti.

İnsanlar ilk yaratılış anında ışık bedenlerdeydi çünkü

yaratılışın başlangıç anındaki Allah’ın zatından zatına

tecellisiyle oluşan milyarlarca derecelik ısı ve şiddeti çok

yüksek ışık altında fiziksel bedenin varlığı olamayacağı gibi,

fiziksel bedenlerde beş duyuya indirilmiş algılaması o

ortamda hiçbir şeye yaramazdı.

Big Bang teorisini ortaya koyan astrofizikçiler de

yaratılış anındaki ışığın ve ısının çok yüksek derecelerde

olduğunu ispatlamıştır. Günümüz bilimi bunu kabul

etmektedir. İnsanın hücre tuğlalarından oluşmuş fiziksel

bedeni normalde 50o

’lik bir ısıya bile dayanamaz. Oysa

yaratılış anlarında milyarlarca derecelik ısı meydana

gelmiştir .

O halde ilk yaratılış anında insan çok latif ve ısıdan

etkilenmeyen, bildiğimiz ışığın çok ötesinde nur üstüne nur

yani şiddetli ışık bir bedenle yaratılışa şahit olmuştur.

İşte Tin suresinin ilk ayetlerinde bu bedenlere işaret eder.

66

İnsanın yaratıcısına halife olabilmesi için,diğer

yaratıklardan (melekler, cinler ve şeytanlar) yaratılış

bakımından da üstün olması lazımdır.

İnsan diğer yaratılan bilinçli varlıklara göre bilgelik

bakımından da üstün yaratılmıştır. Bu üstünlük Bakara ve

Hicr surelerinde Allah (c.c.) tarafından açıkça beyan

edilmiştir. Ve Allah (c.c.) diğer yaratılan bilinçli varlıklara

göre insanı daha şerefli kılmıştır.

“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık.

Onları (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık:

kendilerine güzel güzel rızıklar verdik;

yine onları, yarattıklarımızın bir çoğundan cidden üstün

kıldık.”

Isra suresi -70-

Bütün insanlar dünyaya gelmeden önce bilgedir ve

alimdir. Dünyaya gelince (fiziksel bedenlere indirilince) bu

bilgeliğimiz de esfel-i safiline (aşağıların aşağısına)

indirilmiştir.

Esfel-i safiline nasıl indirildiğimizi anlamamız için

insanın yaratılış sıralamasında geçirmiş olduğu yaratılış

aşamalarını bilmemiz gerekir. Ondan sonra insan kaç defa

ve kaç çeşit esfel-i safiline indirilmiştir ? Bunları tek tek

inceleyeceğiz.

İlk yaratılış anında sadece insanlar vardı. Yaratıcısının

hitabı karşısında insanların geneli söz verip secde etmiştir.

“… Ben sizin Rabbiniz değil miyim?(onlarda) Evet,şahit

olduk.dediler”

Araf suresi -172- -67-

Yukarıdaki ayette açıkça ifade edilen Allah ile insan

arasındaki ahitleşme sırasında henüz melekler ve cinler

yaratılmamıştır. İnsan, Rabbinin huzurunda mevcudatın

muhteşem yaratılışına ve kendi yaratılışına şahit olarak bir

anda yerin göğün ve arasında yaratılan her varlığın sırrına

vakıf olarak secdeye kapanmıştır.

Allah ile insanların baş başa olduğu bu süre içerisinde

(çünkü diğer bilinçli varlıklar henüz yaratılmamıştı.)

İnsanların, Allah ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”

Hitabının karşısında “Evet sen bizim ve tüm mevcudatın

Rabbisin.” Deyip ilk secde edenleri o anda Allah’a halifeliğe

hak kazanmış ve ilm-i ledün sahibi olmuşlardır.

Bu insanlar, dünya hayatına indirildiklerinde buluğ

çağına ermeden Allah’ın varlığını ve ilk yaratılış anında

Allah ile olan ahitlerini hatırlayıp, daha o çağlarda yüksek

iman sahibi olurlar.

Bu insanların önde gelenleri Peygamberlerdir.

Peygamberlerin önde geleni ise, Resulullah (s.a.v)

Efendimizdir. Peygamberlerden sonra önde gelen o insan-ı

kamillerdir.Bu insanlar peygamberlerin ilim yönünden

mirasçılarıdır.

İşte bu insanlar sadece beden olarak esfel-i safiline

indirilmiştir. Ve bu boyuttan hemen kurtulurlar, ilk

yaratılışlarındaki ışık bedenlerini ile fiziksel bedenlerini

birlikte beraber kullanabilirler. Yani duruma göre ışık veya

enerji bedenlerini, duruma göre fiziksel bedenlerini

kullanırlar. Bu yüksek yetenekler Allah’ın kendisine halife

seçtiği insanlara ikramıdır. 68

 

İNSANIN YARATILIŞTAÜSTÜNLÜĞÜ

IŞIK BEDEN.

ENERJİ BEDEN

BALÇIK BEDEN

 

-69-

Allah (c.c) yeri göğü ve arasındakileri altı günde

yarattığına göre insanı bu yaradılış sıralamasında ayrı

tutmamıştır.İnsan ışık bedene, fiziksel bedene gelene kadar

altı aşama geçirmiştir. Bu insanın en güzel yaradılış

biçimidir.(Ahsen-i takvim) İşte bu yaradılış sıralaması Tin

Suresinde geçen İncir ve zeytin arasıdır.

İnsanın yaratılışının 1.günü (Aşaması)

 

Şekil -16-

İnsanın yaratılışının 1.günü

İnsan evrenin yaratılışından önce kendi yaratılışına ve

evrenin yaratılışına Allah’ın dilemesiyle çok yüksek ve latif

ışık vücutlarda ve akıl sahibi olarak şahit olmuştur. Bu

insanın yaratılışının birinci günüdür. İnsan, ışık bedenlerde

yüksek ilim sahibidir. Ve yaratılış derecelerinin en

üstündedir. İnsanlar birinci Esfel-i Safilin olan dünya

hayatındaki fiziksel bedenlere gelene kadar akıl ve ilim

sahibi olarak ışık bedenlerde kalırlar.  70

Yaratılışın birinci gününde Allah(c.c) İnsanın

yaratılışından hemen sonra melekleri yaratmıştır.

Meleklerin yapıları da ışıktır.(nurdur)

İnsanın nur yapısı meleklerin nur yapısından bir derece

daha hassas ve önceliklidir. Bu sebepten Resulullah(sav)

Efendimiz’e Miraç yolculuğunda refakat eden Cebrail (as)

Sidre-tül Münteha noktasından ileriye geçememiştir.

“Bu noktadan öteye geçersem yanarım demiştir.”

Sidre-tül Münteha Allah’ın zatından zatına tecellisinin ilk

anıdır.Dolayısıyla nur üstüne nurdur. Yani ışık şiddeti en üst

noktadadır. Meleklerin yapısı sadece nurdur. Nur üstüne nur

yapıda sadece nur yapı olduğundan mahvolur.(yanar)

Peygamber (sav) Efendimizin miraç yolculuğu ışık ve

enerji bedenlerin ispatıdır.Peygamber (sav) Efendimiz

Mescid-i Haramdan Mescid-i aksaya (aralarında

kilometrelerce mesafe vardır) bir anda seyahat etmiştir. Bu

yolculuk enerji bedenle saliseler içinde olmuştur. Çünkü

insanın enerji bedeninin sürati bildiğimiz ışığın süratinden

daha fazladır. Bilindiği gibi ışık saniyede 300 bin kilometre

yol alır. Buradan da anlaşıldığı gibi Peygamber (sav)

Efendimiz Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksaya enerji

bedenle gitmiştir. Mescid-i Aksadan Sidre-tül Münteha’ya

ise nur bedenle seyahat etmiştir. Yani Peygamber (sav)

Efendimiz Miraç yolculuğunda Allah’ın insanlara lutfettiği

enerji ve ışık bedenlerini kullanmıştır. Peygamber (sav)

Efendimiz’in bu seyahati esnasında bindiği farzedilen Burak

isimli binek aslında Arapça da (Bark) yani yıldırım ışığı

anlamına gelir.

71

İnsanın yaradılışının ikinci günü (aşaması) ;

Yaradılışın ikinci gününde ışık tanecikleri bir araya

toplanarak enerji taneciklerini oluşturduğu için insan da

enerji beden sahibi olmuştur. Bu aşamada enerji varlıklar

(cinler ve şeytanlar) yaratılmışlardır.

 

Şekil -17- insanın yaratılışın 2.günü

Elbette Allah (c.c) içlerinden kendisine halifeler seçeceği

ve bu halifelere yerleri ve gökleri emanet edeceği için

insana üç bedenli olmayı ve bu bedenleri kullanmak için en

üst derecede ilim ihsan etmiştir. Çünkü halife insan aynı

zamanda görevi gereği enerji varlıklarla da muhatap olur.

(cinler) Resulullah (sav) Efendimiz insanlara peygamber

olarak geldiği gibi cinlerinde peygamberidir. Bu konuyu

Anka Kuşu ve Kaf Dağı ile ilgili bölümlerde daha detaylı

olarak açıklayacağız.  72

Enerji beden, insanın emanet olarak aldığı evrenin

sınırları içerisinde görev yapabilmesi için Allah (c.c)

tarafından insana verilmiş bir lütuftur. Çünkü fiziksel

bedenle insan evren içerisinde görev yapamaz.Havaya, suya,

gıdaya ve evrenin her noktasına çok kısa bir sürede

gidebilmesi için sürate ihtiyacı vardır. Enerji bedenin sürati

bildiğimiz ışığın süratinden çok çok fazladır. İnsan enerji

bedenle bildiğimiz ışığın hızında hareket etse çapı 40 bin

kilometre olan dünyanın etrafını ekvator hizasından bir

saniyede yaklaşık yedi buçuk defa döner. Bu örnekten hızı

saniyede milyonlarca kilometreyi aşan enerji bedenli bir

insanın evren içindeki gidebileceği noktaları siz düşünün..

İnsanın enerji bedene sahip olduğunun en büyük

delillerinden bir tanesini Resulullah (sav) Efendimizin şu

mübarek sözlerinde buluyoruz;

“Sizinle beraber bir cin kardeşiniz doğar, sizinle beraber

yaşar ve sizinle beraber ölür.”

Yukarıdaki hadis-i Şerifte bahsedilen insanın hayatını

birlikte geçirdiği cin kardeşi o insanın enerji bedenidir.

Enerji bedenlerin varlığı günümüzde bilimsel olarak

Kirlian fotoğraf tekniğiyle ile ortaya çıkmıştır. Bu teknikle

çekilen fotoğraflarla insan ve evrendeki varlıkların

yaratılışlarının ikinci gününde kazandıkları enerji

bedenlerinin yaymış oldukları ışınları açık açık

görebiliyoruz. Günümüzde teknoloji burnumuzun dibinde

olan aya gitmek için milyarlarca dolar masraf ederken enerji

bedenini kullanan İnsan-ı Kamillerden birisi olan

Muhyiddin-i Arabi Hazretleri şöyle diyor;

73

_“İnsanoğlu bir gün gelecek uzayda seyahat edecektir.

Merihe uğradıklarında benim onlara bırakmış olduğum bazı

iz ve işaretleri göreceklerdir.”

Muhyiddin-i Arabi Hazretleri’nin yukarıdaki sözü evren

içerisinde seyahat ettiğinin bir işaretidir. Bu zat gibi daha

nice insan-ı kamiller evren içerisinde halifelik görevlerinden

evrenle ilgili almış oldukları emirleri yerine getirmek için

seyahatler yapmıştır. Bu insanların harika hallerini ve

yaşayışlarını ileriki sayfalarda örnekleyeceğiz.

İnsanın sadece dünyada veya bulunduğu gezegende değil

evren içerisinde de serbestçe gezebildiğini Kuran-ı Kerimin

şu ayeti de teyit ediyor.

“Semada da rızkınız ve size vadedilen başka şeyler

vardır. Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad, sizin

konuşmanız gibi kesin ve gerçektir.”

Zariyat Suresi 22-23

Yukarıdaki ayette insanlara Allah’ın bildirdiği gibi evren

içerisinde insanın maddi ve manevi alması gereken rızıkları

vardır. Maddi rızıklar fiziksel bedenlerin ihtiyacını

giderir,manevi rızıklar ise insanın tekamül yolundaki son

noktaya ulaşabilmesi için ilk yaratılışında almış olduğu ve

fiziksel bedenlere indirilince unutturulduğu ama DNA

larında kayıtlı olan ilimleri hatırlaması için evren içerisinde

gezerek yerinde görüp, o ilimleri tahsil etmesidir. İşte bu

durum yukarıdaki ayette insana vaat edilen manevi

rızıklardan bir tanesidir.

 

 

74

İnsanın üçüncü günü (aşaması)

İnsan yaratılışının üçüncü gününde ışık ve enerji

bedeninin iç içe birleşmesiyle, maddenin yaratılışındaki

sıralamada olduğu gibi balçık yapının oluşmasıyla balçık

bedene (fiziksel bedene) sahip olmuştur.

“Allah insanı,pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan

yarattı.”

Rahman Suresi 14

Yukarıdaki ayette geçen pişmiş çamura benzeyen balçık

enerji yapının maddeye geçişinin ilk halidir. Yani atom

elemanlarını meydana getiren en küçük yapıtaşıdır. (kuark)

Dolayısıyla insanın fiziksel bedenlerinin yaratılışı evrendeki

yapıların (gezegenler vs.) oluşmasından önce yaratıldığından

aynı zamanda insanın yaratılışı evrene model teşkil etmiştir.

Meleklerin bir tek ışık bedeni vardır, cin taifesinin ikinci

günde yaratılmasına ışık ve enerji yapılarının bulunmasına

rağmen onlara ışık yapıya geçme veya balçık yapıya geçme

(fiziksel bedene) izni ve yeteneği verilmemiştir.Ve enerji

yapıdaki varlıklar (cinler ve şeytanlar) insanlar gibi kendi

yaratılışlarına şahit tutulmamışlardır. Bu nedenle enerji

yaratıklar ilim yönünden düşük seviyededirler.

“Ben onları (iblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin

yaratılışına, ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit

tuttum. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim.”

Kehf Suresi 51

75

İnsan için yaradılışının üçüncü aşamasının yani balçık

bedene (fiziksel beden) geçişinin en büyük özelliklerinden

biri de şudur; O esnada henüz evrendeki gezegenler ve diğer

yapılar bir araya getirilmemişlerdir. Kuran-ı Kerimin

tabiriyle evren o an duman halindedir. Bununla birlikte tüm

insanlığı temsilen Adem (as) ın fiziksel bedeni, alt yapıları

ışık ve enerji olan balçık taneciklerinin bir araya

getirilmesiyle önce atom yapıya sonra molekül ve hücre

yapısına Allah (c.c) tarafından getirilerek yaratılmıştır.

İnsan yaratılışının bu aşamasında fiziksel bedene

geçmekle birlikte birinci esfel-i safiline de indirilmiş olur.

Bundan sonra evrende ki yapılar bir araya getirilerek

gezegenler, güneş sistemleri, galaksiler vs. yaratılarak

insanın fiziksel bedeninin gereksinimlerini yerine getirmek

için evrende birinci esfel-i safiline indirilir.

Kuran-ı Kerimin Tin suresinde zeytinle temsil edilen

atom, molekül ve hücre insanın yaratılışının son üç gününü

temsil etmektedir. Tin suresindeki zeytin kelimesi aynı

zamanda evrendeki fiziksel yapıları oluşturan en alt yapı

tuğlalarını ifade eder.

Bu nedenle insanın yaratılışındaki sıralama evrenin

yaratılışına model olmuştur. Bu konuyu yanlış anlamamak

gerekir,burada Allah’ın (c.c) evrenin içindekilerinin

yaratmasından önce insanı yaratıp insana bakarak evreni

yaratmamıştır. Burada algılanması gereken Allah’ın (c.c)

yaratmayı altı günde (aşamada) planlamasıdır.İnsanın

yaratılması ile evrenin yaratılması ışıktan hücreye altı

aşamadır.

 

76

İnsanı ışık ve enerji bedeninin fiziksel beden içinde yer

alması, aynen buz parçasının varlığında bulunan hava ve

suyun bulunması gibidir. İnsanın iç içe üç bedenini meydana

getiren yapıda evrende bulunan kuvvetlerin tümü ve

elementlerin çoğunluğu bir araya toplanmıştır bu nedenle

evrende bir saniye içinde en fazla sayıda Allah’ın (c.c)

Esmalarını insan tesbih eder.Bu tesbihatı algılasın veya

algılayamasın bütün insanlarda yaradılışı gereği vardır.

Şekil 18 İnsanın yaratılışını 3.günü ve 3 bedeni

İnanan ve inanmayan insanlar ayırt edilmeden tüm

insanlar böyle yaratılmıştır.Bu nedenle insanlar varlıklarıyla

değil düşünceleriyle değerlendirilmelidir.

İlim sahibi olan ışık ve enerji bedenlerimiz balçık beden

dediğimiz fiziksel varlıklarımızda iç içe gizlenmiştir.

İnsanlar yaratılışlarının bu aşamasında Adem (as) varlığında

dünyaya geliş sıralamasına göre kodlanmıştır.

 

77Bundan sonra insan nesli hangi yerkürede ve hangi anne

babanın soyundan gelecekse o annenin varlığında bulunan

alakta şekillenip fiziksel bedenlere geçip vücut bulacaktır.

İnsanı Allah’a (c.c) halife yapan en büyük özellik;

Allah’ın ruhundan insana lutfedip üflemesidir. Bu insana

diğer bilinçli varlıklara göre çok üstün bir değer ve derece

kazandırır.

“O nu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm

zaman, derhal ona secdeye kapanın.Bütün melekler toptan

secde ettiler.”

Sad Suresi 72 -73

Yukarıdaki ayette açıkça beyan edildiği gibi Allah (c.c)

insana ruhundan lutfetmeden önce secdeye ve halife

adaylığına hazır bir varlık değildi. Allah’ın insana ruhundan

üflemesi demek; Allah’ın zatına mahsus olan ve hiçbir

yarattığı varlığına vermediği çok özel bir hayat kaynağından

insanlara bağışlamasıdır.

Bu aşamadan sonra Allah (c.c) yaratmayı dilediği

halifesini Adem (as) şahsında tamamlamıştır. İnsan artık üç

beden, ruh, akıl ve nefs sahibidir. Buraya kadar

anlattıklarımız insanın ışık yapıdan başlayarak yapmış

oldukları tesbihatların sayıları da defalarca katlanarak

hücrelerle inşa edilmiş ferdi beden (fiziksel beden) sahibi

olana kadar sayısız esmalarla onurlandırılışının

sıralamasıdır. Artık Allah (c.c) insandan kendisinin varlığını

birliğini tasdik etmesini ve tesbih etmesini ister.

“Sizi biz yarattık.tasdik etmeniz gerekmez mi?”

Vakıa Suresi 57

 

78İnsana lutfedilen bu üstün yaradılış evren içerisinde

başka hiçbir varlıkta yoktur. Bu özelliğinden dolayı

Allah(c.c.) yarattığı üstün donanımlı insana öyle bir yük

yüklemiştir ki bu yük Allah’ın insana özel bir emanetidir.

“Biz emaneti, göklere,yere ve dağlara teklif ettik de onlar

bunu yüklenmekten çekindiler,(sorumluluğundan) korktular.

Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”

Ahzab suresi -72-

Yukarıdaki ayette o kutsal emanete talip olan insanın çok

zalim ve cahil olması esfel-i safiline indirildikten sonra

Allah’ı bilip O’na yönelmemesi sonucu ikinci, üçüncü ve

dördüncü defa esfel-i safiline indirilmesinden sonradır. Bu

tür insanlara artık Allah’ın sevgisi ve dostluğu yoktur. Onlar

şeytanın fısıltılarına uyup onun taifesine girenlerdir. Allah’ın

emirlerine uyup, ilk yaratılışını hatırlayıp Allah’a yönelen

insanlar bu ifadelerin dışındadır. Bunlar Allah’ın şan ve

şereflerini yükselttiği değerli halifeleridir. Bu insanlar

Allah’ın birçok özel yeteneklerle ve ilimlerle onurlandırdığı

insan-ı kamillerdir. Burada daha önce kaydettiğimiz bir ayeti

hatırlamamız gerekir.

“Biz hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık,

onları karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel rızıklar

verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden

üstün kıldık.”

Isra suresi -70-

 

 

79Daha önce verdiğimiz örnekte olduğu gibi buz parçası

kendi varlığında nasıl suyu ve havayı iç içe ve tek bir

vücutmuş gibi bulunduruyorsa insanın üç bedeni de buz

misali, balçık bedende enerji ve ışık bedeni ihtiva eder.

İnsanın üç bedene sahip olması onun sınavının

ağırlığındandır. Bu konuyu ve üç bedenimizi nasıl

kullanacağımızı anlamamız için önce insanın indirildiği

esfel-i safilin (aşağıların aşağısı) konusunu iyice

öğrenmemiz lazımdır. Buraya kadar Tin suresinin ilk

ayetlerini yani insanın ahsen-i takvim (en güzel biçimde

yaratılış sıralamasını) inceledik. Bundan sonra esfel-i safilini

içeren diğer ayetleri inceleyeceğiz.

“Sonra onu (insanı) aşağıların aşağısına indirdik.”

Tin suresi -5-

Yukarıdaki ayette geçen insanın esfel-i safiline

indirilişini üç ana başlık altında inceleyeceğiz. Çünkü üç

çeşit esfel-i safiline indiriliş vardır. İnsanların bir kısmı

üçüncü esfeli safiline kadar indirilmiştir. Bu tür insanlarda

insanlık sevgisi, doğa sevgisi, barış duygusu gibi insana has

güzel hasletler tükenmiştir. Yukarıdaki ayette tarif

edildikleri gibi onlar kendilerine ve etraflarına aşırı derecede

zalim ve cahillerdir. Bu insanların kalpleri, gözleri ve

kulakları mühürlenmiştir. Kendileri dahil hiçbir varlığa

faydaları olmaz.

“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.

Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir. Ve onlar için

( dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.”

Bakara suresi -7-

 

 

80 Birinci Esfel-i Safilin;

Birinci esfel-i safiline indiriliş insanın kendi yaratılışına

ve evrenin yaratılışına şahit olduğu ışık beden ve çok yüksek

ilim sahibi olan insanın Hz. Adem (a.s.) in yaratılışından

sonra onun sulbüne (D.N.A) larına yerleştirilerek fiziksel

bedenlere indirilmesidir. Bu konuyu daha iyi anlamamız için

aşağıdaki ayeti tekrar hatırlamamız lazım

“kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz

diye Rabbin Ademoğullarından, onların bellerinden

zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu…”

Araf -172-

İşte bu ayette ilk olarak ışık bedenlerde yaratılan insanın

enerji, balçık, atom aşamasından sonra molekül olarak

Adem’in (a.s.) zürriyetine yerleştirilmemizin açıkça işareti

vardır.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir; insanın balçık bedeni

üçüncü aşamada yaratılmasına rağmen nasıl oluyor da

birinci aşamada sanki zamanın gerisine giderek yaratılışa

bütün insanlar şahit tutuluyor?

Önce şunu bilmemiz lazım gelir,Allah (c.c.) zamandan ve

mekandan münezzehtir. Allah neyi dilerse o anında oluverir.

Allah’ın (c.c.) zatından zatına tecelli etmeden önceki haline

AMA durumu denir. Bu konuyu önceki sayfalarda

anlatmıştık. Allah Ama halindeyken yani sonsuzlukta

yaratılmış hiçbir şey yokken yalnızca ve yalnız sonsuz zatı

var iken ezeli ilminde yaratacağı her varlığı planlayıp tertip

etmiştir.

 

81Yüce Allah’ın (c.c.) ezeli ve ebedi ilminde yaratacağı her

varlık yine kendi dilemesiyle vardı. Ve Allah’ın (c.c.)

zatından zatına tecellisiyle ilk yaratılmamız anında evrende

gelip geçecek insanların tümü yaratılışa şahit olduktan

sonra, fiziksel hayattaki gelişimini ve davranışlarını içeren

bilgiyle birlikte yaratılışa şahit tutulduğu anda Allah ile

yaptığı ahitleşmede vermiş olduğu sözlerle beraber o an

sahip olduğu yüksek ilimi de balçık (kuark) ve atom yapıdan

sonra moleküller (D.N.A.) halinde ruhu alakta tekrar almak

kaydıyla Adem (a.s.) ın zürriyetine yerleştirilmiştir.

Bununla beraber insanlar ilk yaratılıştan sonra dünya

hayatına gelene kadar geçirdiği süre içinde –ki bu

milyonlarca yıldır- akıl ve bilinç sahibi olarak ruhlarıyla

birlikte alem-i ervah denilen nezih bir alemde bulunurlar.

Hal böyle olduğu için ve fiziksel bedenlerdeki insanlar

zaman boyutuna da mahkum olduğundan bu konuyu

anlamakta zorluk çekebilirler.

İşte insanın Adem ve oğulları aracılığıyla fiziksel

bedenlere gelişi birinci esfel-i safiline indiriliştir.

İnsan birinci esfeli safilinde Allah’a inanırda onun

yolunda giderse yükselişi çok çabuk olur.

“Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu

aşağıların aşağısına indirdik.”

Tin suresi 4-5

“Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar

müstesnadır. Onlara ise hiç eksilmeyen ve tükenmeyen bir

mükafat vardır.”

 

82İkinci Esfel-i Safilin;

İnsan zürriyeti Adem (a.s.)ın varlığında dünya hayatında

fiziksel bedenlere yani birinci esfel-i safiline indirilirken ışık

bedenlerdeki ilmi ve bilincinin büyük bir kısmı yukarıda

anlattığımız gibi insanın D.N.A. moleküllerine yerleştirildi.

İnsanın davranışı, karakteri ve yaratılışta şahit olarak görüp

bildiği tüm ilimleri Allah’ın (c.c.) taktirine göre insandan

insana değişik hatırlanır. Bu değişik hatırlama olayı her

insanın D.N.A. larında değişik biçimlerde ve satırlarda

yerleştirildiği içindir. Bu konuyu Kuran’ı Kerimde Allah

(c.c.) ayetlerde şöyle açıklıyor.

“Yaptıkları her şey kitaplarda kayıtlıdır. Küçük, büyük

her şey satır satır yazılmıştır.”

Kamer suresi 51-52

Yukarıdaki ayetlerde tarif edilen kitaplarla Allah (c.c.)

hem levh-i mahfuzu hem de insanın D.N.A. larındaki kitabı

kastetmiştir. Çünkü insan ilk yaratılışında kendi yaratılışına

ve evrenin yaratılışına şahit olurken Allah’ın izniyle bütün

ilimleri öğrenmiştir. Bu ilimler aynı zamanda levh-i

mahfuza kayıtlıdır.

Kıvrılmış D.N.A. molekülünü inceleyen bilim adamları

insana ait bütün bilgilerin satır satır yukarıdaki ayette

anlatıldığı gibi kayıtlı olduğunu görmüşlerdir. Gen bilimini

inceleyen bilim adamları henüz D.N.A. lardaki bilgilerin çok

az bir kısmını çözebilmişlerdir. Bu bilgileri n tamamı

çözüldükten sonra yer yüzünde Allah’a inanmayan ve ilk

yaratıldıkları andaki bilgilerini hatırlamayan hiçbir insan

kalmayacaktır.

 

 

83Allah(c.c) kullarına verdiği hiçbir ikramı geri almaz. O

Gani’dir. İlk yaratılışta insana verdiği yüksek ilimleri de geri

almamıştır.Bu ilimleri, Esfeli safiline indirdiği insanların

DNA moleküllerine (insanların levh-i mahfuzları)

yerleştirip, ilk yaratılış anındaki ilim seviyesine çıkıp

kendisine ulaşmak için başlattığı sınav sürecinde tekrar

kullanmaları için hazır tutmuştur.İnsanın ilminin DNA larına

yerleştirilmesi ve dünya hayatına az bir bilgi ile gelmesi

ilmen esfel-i safiline indiriliştir. İleride DNA lardaki ilimleri

nasıl hatırlayıp beyine aktaracağımızı anlatacağım.

Üçüncü esfel-i safilin ;

İnsanlara dünya da geçirecekleri kısa hayatlarında

Allah(c.c) yardımcı olmak ve imtihanlarını kolayca

verebilmeleri için Peygamberler ile birlikte kitaplar

göndermiştir. Bunlara uymayıp şeytana uyanlar üçüncü

esfel-i safiline indirilir en kötüsü budur.

İnsanı üçüncü esfel-i safiline inançsızlığı indirir. Dünya

hayatında şeytanın ve nefsinin fısıldadıklarına uyanlar,

Allah’a Peygamberine ve kitabına inanmayanlar, yer

yüzünde fesatlık çıkaranlar, kan dökenler,Allah yolunda ilim

yapmayanlar vs. üçüncü defa esfeli safiline inerler bu derece

aşağıların en aşağısıdır. Buradan kurtulmak için, Allah’ın

Kuran’da gösterdiği yollara uymak ve çok tövbe etmek

lazımdır.

“Ancak iman edip Salih amel işleyenler için eksilmeyen

devamlı ecir vardır.”

Tin suresi 6.

84Allah (c.c) insanı dünya hayatına gönderirken de üstün

yeteneklerle donatmıştır. Bu yetenekler üzerine aldığı yükün

sorumluluklarını yerine getirmek için gereklidir. Çünkü

Allah(c.c) insanı ve evreni boş yere yaratmamıştır. Evren

insanın, insan evrenin emrindedir.

“Göğü, yeri ve ikisinin arasındakileri Biz boş yere

yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Vay o inkar

edenlerin ateşteki haline.”

Sad suresi 27.

Şimdi sebepsiz yaratılmayan insanı gözden geçirelim.

1-Akıl sahibidir.

2-Nefs sahibidir.

3-Allah’a halife adayıdır.

4-İç içe dizayn edilmiş kullanabileceği üç bedeni vardır.

5-Kuran’la aynıdır.

7-Yukarıdaki özelliklerini idare eden ruh sahibidir.

Yeryüzünde yaşayan insanlardan kaç tanesi bir kısmını

yeni duyduğu yeteneklerinin farkındadır, yeryüzüne geliş

sebebimiz nedir?, insana yüklenen yük nedir? Nasıl

yaratıldığımızı öğrendiğimiz gibi, Bunları bilirsek üstün

yeteneklerimizi de kullanmayı öğrenebiliriz.

“Sizi yer yüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler)

hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden

derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabbin, cezası

çabuk olandır. Ve gerçekten O, bağışlayan, merhamet

edendir.”

Enam suresi -165-

Yukarıdaki ayette Allah’ın (c.c.) buyurduğu gibi

dünyadaki insanlar

85Maddi derecelerle olduğu gibi manevi derecelerle de

birbirlerinden farklıdırlar. Manevi derecelerin her basamağı

insanı esfel-i safilinden adım adım Allah’a yaklaştırır.

İnsanın Allah’a halife olabilmesi için önce sağlam bir imana

sahip olup ardından yüksek ilim derecelerine de ulaşmaya

çalışması gerekir. Ancak o zaman Allah’ın büyük bir lütuf

olarak insana verdiği enerji ve ışık bedeni, fiziksel bedeni

kullanır gibi kullanabilirler. Gerçi fiziksel bedenlerden de

bir çok organlarımızı bizim irademizle kullanamayız. Bir

kalbin atışını, damarlarda akan kanın kontrolünü, midenin

çalışmasını, gözün görmesini, duymayı ve bunun gibi

fiziksel bedenlere ait birçok organı insan kendi iradesiyle

kullanamaz. Bu organların tamamını Allah (c.c.) kontrol

eder.

Işık ve enerji bedenlere geçerken hücreden enerji veya

ışığa kadar insanın fiziksel bedeni dağılır. Her biri eğer

enerji bedeni kullanacaksak enerji taneciği olur. Ve hacim

olarak çok geniş bir küresel alanı kaplar. Bu enerji bedenin

fiziksel bedene dönüşü yine Allah’ın iradesindedir. Nasıl ki

insanın fiziksel bedenlerdeki bir çok organını kullanması

kendi iradesinde değil Yüce Allah’ın iradesinde ise fiziksel,

ışık ve enerji bedenler arasındaki dönüşümde Yüce Allah’ın

(c.c.) iradesindedir.

Bu oluşumu insanın önce idrak etmesi lazımdır. İdrak

edip anlamsı içinde yaratılışı ile birlikte kendisine lütfedilen

varlığında bulunan kitabını okuyup anlaması ve bununla

beraber etraflarında her yönde bulunan Allah’ın ayetlerini

okuyup bilmesi gereklidir.

 

86“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır.

Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?”

Zariyat suresi 20-21

Zariyat suresinin 20 ve 21. ayetlerinde yeryüzünü

dolayısıyla evreni oluşturan (burada yeryüzü ile evrendeki

bütün gezegenler kastedilmiştir) ışıktan hücreye kadar

sayısız esmalar zincirinin oluşturduğu ayetlerden

bahsediliyor. İnsan da aynı esmalar zincirinden oluştuğu için

aynı ayetleri içerir. Bu ayetleri okumak için insanın kamil

noktaya çıkması gerekir.

İnsanın varlığındaki (nefislerindeki) ayetler Kuran ve

levh-i mahfuzdaki ayetlerle aynıdır. İnsanda mevcut olan

Kuran, yeryüzünde ve evrendeki canlı veya cansız

mevcudatı taşıyacak ve anlayacak şekilde, istidatları

ölçüsünde yerleştirilmiştir. Kuran’ın tamamındaki ihtişam

ve mana yeryüzü ve gezegenlere yüklenseydi onlar Kuran’ı

idrak edemediğinden bu yüke tahammül edemez dağılırlardı.

“Eğer biz Kuran’ı bir dağa indirseydik, muhakkak O’nu,

Allah korkusundan baş eğerek,parça parça olmuş görürdün.

Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.”

Haşır suresi -21-

Kuran’ı Kerim ve Allah’a halife olma özelliği insana

emanettir. İnsan bu emanetin bilincine esfel-i safilindeyken

oluşamaz çünkü bu boyutta insan çok zayıftır ve cahildir.

Esfel-i safilin karanlığından kurtulmak için Kuran ışığına

yapışmak lazımdır.

 

87

BALÇIK VÜCUTTAN,

ENERJİ VÜCUDA

ENERJİ VÜCUTTAN,

IŞIĞA…

88İnsanı ağırlığıyla yer yüzüne mahkum eden fiziksel

bedenin ve cahilliğin karanlığından kurtulup, enerji veya

ışık bedenin aydınlığına ve saniyede milyonlarca kilometre

hızla hareket edebilme hürriyetine kavuşması; yaratıcısının

“yer yüzünde halifem” diyerek meleklere gösterdiği en

üstün yarattığı varlıktan isteğidir.

İnsanın yaratışının ilk aşamasını hatırlarsanız Allah’ın

sayısız esmasını trilyonlarca katlayarak tesbihatlarının

oluşturduğu ışıktan hücreye kadar üç aşaması Kuran’ı

kerimin Tin suresinde incirle temsil edilmiş, diğer üç

aşaması da zeytinle temsili olarak anlatılmıştır.

Allah’ın sayısız esması ışıktan hücreye, sayısı devamlı

artarak yolculuğunu balçık bedende tamamlamıştır. Ve insan

balçık bedenle esfel-i safiline akıl,ruh ve nefs sahibi olarak

indirilmiştir.

İnsan yüksek bilgiden minimum bilgiye, yüksek hareket

kabiliyetinden minimum hareket kabiliyetine, ışıktan

karanlığa yüce Allah’ın dilemesiyle tekrar ilk yaratılıştaki

haline dönmesi için, diğer bilinçli varlıklar karşısında

yaratıcısının sonsuz kudretinin teyidi olarak imtihan edilmek

amacı ile esfel-i safiline indirilmiştir.

Bu noktada insanın Allah’a kavuşması için karanlıktan

ışığa, cahillikten alimliğe, mahkumiyetten hürriyete terfi

etmesi gerekir. Bu kavuşmanın sonu, yaratılışta başlayan

dünya hayatıyla kısacık kesintiye uğrayan ebedi hayattır.

Allah (c.c.) bize bu yolu rahmetiyle göstermiştir. Peygamber

ve kitap göndermiştir. Ona ve emirlerine uyulursa bu

kavuşma gerçekleşir.

89Yaratılışın başlangıcı esmaların tesbihatıyla başladığı

gibi, yaratılanların dönüşü de esmaların tesbihatıyla olur.

İnsanın enerji varlığına geçmesi de bu tesbihat

sıralamasındaki sırları keşfetmekle olur. Bu sebepten Allah

(c.c.) kuluna farz kıldığı ibadetlerle beraber kendisinin çok

tesbih edilmesini istemiştir.

“Ey inananlar! Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah

akşam tesbih edin.”

Ahzap suresi 41-42

Yukarıdaki ayetler Allah’a dönüşün işaret levhasını

gösteren emirlerdir. Diğer emirlerle birlikte bu emirlere

riayet edilirse insanın karanlıktan ışığa doğru yolculuğu

başlamıştır.

“Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için üzerinize

Rahmetini gönderen O’dur. Melekleri de size istiğfar eder.

Allah müminlere karşı çok merhametlidir.”

Ahzap suresi 43

Ahzap suresi 43. ayetinde bahsedilen Allah’ın rahmeti

önce Peygamber (s.a.v.) efendimiz ve onunla birlikte gelen

Kuran’ı kerimdir. Sonra da insana verilen algılama

yetenekleri ve üstün meziyetlerdir. Buradan anlaşıldığı gibi

Allah’a dönüş yolunda Allah’tan sonra Peygamber

efendimize (s.a.v.) iman edip, onun getirdikleriyle amel edip

gerçek bir mümin olmak lazımdır.

“(Resulüm!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak

gönderdik.”

Enbiya suresi 107

90“Biz, Kur-an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler

için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını

artırır.”

Isra suresi 82

Bu ayetlerde de anlatıldığı gibi Allah’a dönüş yolunda

insanın Allah’a halife ve insan-ı kamil olabilmesi için

Allah’ın rahmet olarak gönderdiklerine amel edip mümin

olması bu yolun olmazsa olmazıdır. Ahzap suresinin 43.

ayetinde geçen “karanlıktan aydınlığa çıkarmak” cümlesinin

manaları; cahillikten alimliğe, inançsızlıktan müminliğe,

fiziksel bedenden ışık ve enerji bedene geçiştir.

İlk yaratılıştaki ilmimizi ve Allah’a verdiğimiz sözleri

hatırlarsak ve dünya hayatında mümin olarak yaşayıp,

müminliğin gereklerini yerine getirirsek enerji bedene

geçişin başlangıç noktasına ulaşırız.

İnsanın bilinen fiziksel (balçık) bedeninin dışında enerji

ve ışık bedenlerinin olduğuna bazı kimseler karşı çıkabilir.

Unutmayın ki insan evrende yaratılan en üstün varlıktır.

İnsanların tamamı Allah’a halife adayı olarak

yaratılmışlardır. Ancak Allah (c.c.) bu kullarının içerisinde

kendisine halife olmak için emrettiği şartları yerine

getirenlerin içerisinden seçer. Bu şartların tamamı müminlik

sıfatı içinde toplanmıştır.

“Sizi yeryüzünde halifeler yapan O’dur. Onun için kim

inkar ederse, inkarı kendi zararınadır. Kafirlerin küfrü,

Rableri katında kendileri için ancak gazabı arttırır. Kafirlerin

küfrü kendilerine ziyandan başka bir şey getirmez.”

Fatır suresi 39

 

91Fatır suresinin 39. ayetinde de anlaşıldığı gibi Allah’a

halife olmanın ilk şartı mümin olmaktır.

Allah (c.c.) yarattığı birçok hayvan kisvesi altındaki

yarattıklarına öyle üstün yetenekler vermiştir ki bunları

inceleyen insanlar kendilerinde olan yetenekleri fark

etmediğinden o hayvanlara imrenirler. Beden değiştirmenin

bazı hayvanlarda da fiziksel olarak yapıldığı gözlenir.

Hayvanlar böyle harika özelliklere sahipken, evrende en

üstün varlık olarak yarattığı insan neden böyle bir özelliğe

sahip olamasın?

Şimdi beden değiştirme özelliğine sahip olan kelebeği

inceleyelim;

Kelebeğin dünyadaki ilk fiziksel bedeni küçücük bir

yumurtadır. O yumurtayı meydana getiren moleküllerin

içinde, kelebeğin geçireceği aşamaların tüm bilgileri Allah

(c.c.) tarafından kaydedilmiştir. Günü geldiğinde

yumurtanın içinden küçük bir kelebek tırtılı çıkar,

yumurtadaki D.N.A. bilgileri tırtılı meydana getiren hücreler

yerleşir. Aynı zamanda bu aşamada kelebek tırtılı hareketsiz

bir yapıdan hareketi görülebilen ve algılanabilen bir bedene

terfi eder. Bu bedende kelebek tırtılı yumurtaya göre daha

bilgili ve bilinçli olur ve görme, duyma, algılama gibi bir

çok yetenek kazanır ki bunlar yumurtada yoktur. Yani bir

anlamda kelebek tırtılı yumurtadaki esfel-i safilin

konumundan bir üst yaşama, durağan bir yapıdan yarı

hürriyete adım atmıştır. Tırtıl büyüdükçe, tam olgunluğa

gelinceye kadar belirli bir süre bu bedende yaşamını

sürdürür.

 

92Bu arada kelebek tırtılı yaratılışı itibarıyla kendini

meydana getiren yapının tesbihatıyla beraber kendisi bilinçli

olarak Allah’ı tesbih etmektedir.

“Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih

etmektedir. O, azizdir,hakimdir.”

Hadid suresi 1

Bu tesbihat kelebek tırtılını bir sonraki bedenine hazırlar.

Vakti gelince tırtıl bir ağacın veya bir otun dalına yapışır bir

müddet Allah’ı tesbihe devam ederek bedenini koza haline

getirir. Koza halini almaya başlayan dış bedeni yavaş yavaş

kuruyup ölürken kozanın içinde tırtıl kelebek halini

almaktadır ve yeni bir oluşum içerisindedir. Bir zaman sonra

tırtılın kozası fermuar gibi boydan boya açılır ve içinden

kelebek çıkar. Bu onun üçüncü bedenidir. Hareket kabiliyeti

daha da artmıştır, önceleri yerlerde sürünürken şimdi

uçmaya başlamıştır.

 

Yukarıda tırtılın beden değiştirme aşamaları görülüyor.

93Allah (c.c.) yarattığı kelebeğine bu hali yaşatıyorsa

içinden kendisine halifeler seçtiği üstün yetenek ve bilgilerle

donattığı insana neden üç ayrı bedene geçiş izni vermesin?

Zaten yaratılış anlatılırken evrenin ve insanın geçirdiği altı

aşamayı ayetlerle anlatmıştık. Tin suresinden yola çıkarak

Yüce Allah’ın yeminleriyle başlayan insanın yaratılış

aşamaları ve biçimini incelemiştik.

En güzel biçimde yaratılan çok yüksek ilim sahibi ve

ışık hızından daha hızlı hareket kabiliyetine sahip insan bir

sınav için (bu sınavın içeriği indirildiği noktadan Allah’a

ulaşmayı hedefler) aşağıların aşağısına indirilmişti.

İnsan hapsolduğu bu kabir bedenlerde (insanların fiziksel

bedenleri ilk yaratılışla başlayan ebedi hayatının imtihan için

kesildiği ve kısa süreliğine içine yerleştirildiği, önceki

hayatına göre ölüm sayılan sürecini geçirdiği kabirlerdir.)

yaratıcısının kendisine öğrettiği ve kendisinden istediği bir

metodla ilk yaratılış haline dönebilir.

Bu yolun ilk işaretini Tin suresinin altıncı ayetinde

buluyoruz.

“Fakat iman edip Salih emeller işleyenler için eksilmeyen

devamlı bir ecir vardır.”

Tin suresi 6

İşte önce enerji sonra ışık bedene geçmek ve dilediğimiz

an tekrar ışık bedenden enerji bedene, enerji bedenden

fiziksel bedene geçmenin ilk yolu inanıp iman etmektir.

Bunun için nasıl bir imana, davranışlara sahip olmamız

gerekmektedir ve bu iman fiziksel bedenimizi nasıl etkiler?

Bu konuyu ayetlerle etraflıca inceleyelim;

94“Allah’a ve peygamberlerine iman edenler, (evet) işte

onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik

mertebesine erenlerdir. Onların mükafatları ve nurları vardır.

İnkar edip de ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da

cehennemin adamlarıdır.”

Hadid suresi 19

Öyle iman etmeliyiz ki fiziksel vücudumuzu oluşturan

hücrelerin ve onları meydana getiren alt yapılarının imanını

ve tesbihatını duyup şahit olmalıyız. Bu noktaya ulaşmak

için farz ibadetlerle birlikte temiz bir kalple belirli ölçülerde

günün bir bölümünü tesbihatla geçirmeliyiz. Bu tesbihatı

mümkün olduğu kadar kalp ile yapmalıyız. Bu tesbihatlar

uzun süre yapılınca insanın fiziksel yapısı kendiliğinden

tesbihata devam eder. Bir zaman sonra vücudumuzu

meydana getiren ışıktan hücreye her yapı aşamasının bütün

elemanlarının yüce Allah’ı zikrettiğini ve büyük bir imanla

yaratıcısına itaat ettiğini görür ve idrak ederiz. Aynı

zamanda kendi vücudumuzun iman ve tesbihatına şahit

olduktan sonra evreni oluşturan bütün yapı taşlarının da

imanlarına ve tesbihatlarına şahit oluruz.

Bu aşamadan sonra insan kendi vücudunun tesbihatını ve

imanını evrenin tesbihatı ve imanıyla birleştirmelidir. İşte bu

imanın tadı, dil ile ve kalp ile iman etmenin tadından çok

çok ötelerdedir. Bu dereceye ulaşınca fiziksel bedenin tüm

kontrolü ve idaresi Allah’ın izniyle insana teslim edilir. Ve

insan bu aşamayla birlikte önce kısa bir zaman dilimi

içerisinde enerji bedene geçip geri fiziksel bedene bütün

yapı taşlarının hangi organını oluşturacaksa o noktaya

yerleştirme eğitimini almaya başlar.

 

95Yukarıdaki tarif edilen bir imana sahip olan insan

yaratıcısıyla her an baş başadır. Allah her an bu insanın

aklında ve bilincindedir ve bize bizden daha yakındır. Zaten

yaratılış itibariyle esmalar vücudumuzdaki her noktayı

meydana getirmiştir.

“Andolsun insanı biz yarattık. Ve nefsinin kendisine

fısıldadıklarını biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha

yakınız.”

Kaf suresi 16

İşte böyle iman ettiği zaman insan kendisinin kendisine

ait olmadığını anlar. Bu bilince eren Yunus Emre varlığında

fark ettiği hakikati şöyle dile getirmiştir;

“Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.”

Böyle bir imanın insanı nerelere ulaştırdığını Hadid

suresinin 19. ayetinde anlıyoruz. Yaratıcımızın bu ayette

buyurduğu gibi insan, şehitlik ve şahitlik mertebesine erer.

Bu erme hali Allah’ın kuluna lutfettiği mükafatlarla beraber

insanı nura (ışık yapımıza) kavuşturur. Bu şekildeki bir iman

insana, her türlü ibadet zevklerinin en uç noktalarını algılatır

ve hali hazırda kabir olan fiziksel bedenlerimiz dirilmeye

başlar. Çünkü artık her an Allah’la beraberdir. Bu durumu

yaşamak için yapılması gerekeni Peygamber (s.a.v.)

efendimiz şu sözleriyle bildirmiştir.

“Ölmeden önce ölünüz” Bu hadisi şerifte Resulullah

efendimiz (s.a.v.) birer kabir olan fiziksel bedenlerden çıkıp

gerçek hayata, ebedi yaşama dünya hayatındayken

ulaşmamızı tavsiye etmiştir.

 

96Yerler,gökler ve arasındakiler Allah’ı yaratılışı gereği

kesintisiz olarak tesbih ediyor. İnsan farkında olmasa da

yerler ve göklerden farklı olmadığı için bedenleri tesbih

ediyor. Allah (c.c.) çok yüksek yetenek ve ilimlerle donattığı

insanın ayrıca ferdi olarak ta kendisini zikretmesini istiyor.

Yapılan namaz,oruç gibi ibadetlerle beraber (ki bu

ibadetleri yukarıda anlattığımız imana sahip olarak

yapmamız lazım,aksi taktirde bilinçsiz ibadet olur ve

bilinçsiz bir ibadetin insana faydası olmaz. Örneğin bir robot

imal ettiğinizi düşünün bu robotu günde beş vakit ve nafile

namazlarla programlayın, ve Kuran cd.leri yerleştirip 24 saat

Kuran okutalım. Bu ibadetlerin bilinçsiz olan o robota hiçbir

faydası olmaz. Zamanımızın insanlarının çoğu yukarıdaki

robot gibidir, ne kendilerine nede insanlık alemine faydaları

dokunur) Yukarıdaki ayetlerde Allah’ın emrettiği gibi

ibadetlerimize Allah’ı zikretmeyi de eklememiz gerekir.

Zikir insanı, önce enerji sonra ışık bedenlere geçişlerin

anahtarıdır. Bu anahtar insanı karanlıktan aydınlığa çıkaran,

fiziksel bedendeki kabirden dirilmeye götüren tesbihat

şifreleridir. Ve Allah’ın rahmetidir.

İnsan tesbihata başlayıp hakkı ile yaparsa, yüksek

boyutlara ulaşması için insana meleklerde zikirleriyle ve

tevbeleriyle destek olurlar. Çünkü melekler Allah’ın

emriyle secde ettikleri insanları yine Allah’a tazim için

aralarında görmek isterler, düşük seviyelerde görmek

istemezler.

 

97“Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için üzerinize

rahmetini gönderen O’dur. Melekleri de size istiğfar eder.

Allah, müminlere karşı çok merhametlidir.”

Ahzap suresi 43

Yukarıdaki ayette ifade buyurulan, meleklerin insan için

istiğfar etmesi insanların günahlarından dolayı affedilmesini

dilemek olduğu gibi aynı zamanda onların zikridir. Allah

(c.c.) yeryüzünde kendi küçücük dünyasına dalmış kulunu,

dünya hayatında iken kendisini arzulamasını ve kavuşmasını

ister. Bunun için insana her türlü yeteneği ve ilimi vermiştir.

Zikir insanın dilinde veya kalbinde olsun yaratılış gereği

frekans halinde zuhur eder. İnsanın dünyaya indirilişini

anlatırken ilk yaratılıştaki yüksek bilgilerini ve ilmini Allah

(c.c.) almamış ve insanın D.N.A. larına frekanslar halinde

yerleştirmiştir. Bu konuyu önceki sayfalarda anlatmıştık.

Yani insanlar aşağıların aşağısına indirilirken bu bilgiler

kendileriyle beraber dünyadaki imtihanlarında hatırlayıp

kullanmaları için insanın fiziksel varlığında frekanslar

halinde bırakılmıştır. Zaten Allah (c.c.) verdiğini geri almaz.

O ganidir.

Zikir öyle bir anahtardır ki D.N.A. lardaki bilgiyi beyin

hücrelerine taşır. Aynı zamanda gönül dediğimiz manevi

kalbe yerleştirir. İnsan esfel-i safiline indiğinde beyin ve

gönülde kalan bilgi sadece dünya hayatını sürdürebilmesi

için gerekli cüzi bilgidir. Şükürler olsun ki Allah (c.c.)

fiziksel bedende bıraktığı bu azıcık bilgiyle beraber insana

öğrenme isteğini de lutfetmiştir.

 

98Normal insan beyninin çok cüzi kısmında biriken çok

cüzi bilgileri kullanır. İnsan beynindeki bilgilerin kapasitesi

beyne göre en fazla %10-12 lik yer kaplar.bunu şöyle bir

misalle anlatalım; insan beyni milyarlarca hücreden oluşur.

Her hücre görevini yerine getirmek için ayrı ayrı bilgilere

ihtiyaç duyar. Ancak esfel-i safilindeki insanlarda çok az

beyin hücresi bilgiyle doludur. Milyarlarca odalı bir bina

düşünün, bu binanın sadece 10-12 bin odası dolu olsun,

bugünkü insanın beyninin durumu da buna benzer. Bu

demektir ki insan beyninin ancak %10-12 lik bölümünü

kullanabiliyor. Onun için insanın enerji ve ışık bedenlerine

kumanda veren beyin hücrelerinin olduğu bölümler

tamamen boştur. İnsan bu bilgilerden yoksun olduğu için bu

yeteneklerini fark edemeyip enerji ve ışık bedenlerini

kullanamıyor.

İnsan bir araba veya uçak kullanabilmek için aylarca

eğitim alıp beyninin o işlerle ilgili kısmına bu bilgileri

yerleştirebiliyor.

İnsan beyninin ve gönlünün boş kalan kısmını gerekli

bilgilerle ve ilimle doldurdukça manevi derecesi de yükselir

ve öyle bir noktaya gelir ki;tekamül etmiş (insan-ı kamil)

olur. İşte bu insan dünyada ve ahirette hürdür ve mutludur.

Allah’ın kendisine ihsan ettiği bütün yeteneklerini

kullanabilme ehliyetini almış kişidir. Bu noktaya ulaşmış

insanların harika hallerini ve yeteneklerini ilerleyen

sayfalarda çeşitli örneklerle anlatacağız. Bu noktaya

ulaşmak için yukarıda anlattığımız gibi D.N.A. lardaki

bilgileri zikirle beyne aktarmak gerekir.

99D.N.A. larda frekanslar halinde depolanmış bilgilerin

beyne taşınması için yine frekanslara ihtiyaç vardır. Bu

frekanslar da Allah’ın esmalarının tesbihatlarında bulunur.

İnsan zikir ettikçe buna alışan vücut uyurken de zikrine

devam eder. Bu süreç içerisinde insan uyurken bile D.N.A.

larındaki bilgileri beyne taşımış olur. Bu konuda Allah (c.c.)

bir kutsi hadisinde şöyle buyurur.

“Siz bildiğinizle amel edin, biz size bilmediğinizi

öğretiriz”

Burada bildiğimizle amel etmek; farz olan ibadetler,

tefekkür ve zikirdir. Bilmediklerimizi Allah tarafından

öğretilmemiz ise bu ibadetleri yapınca farkına varmadan,

vücudun zikre alışmasından sonra otomatik olarak D.N.A.

lardaki bilgilerin beyne taşınmasıdır. Allah bilmediğimizi

bize böyle öğretir. Beyindeki kullandığımız bilgi arttıkça

enerji ve ışık bedenlerimizi kullanacağımız bilgiler de

kendilerine ait hücrelere yerleşirler.

İnsan gönülde veya dilde bir defa “Allah” derse bu

tesbihat vücutta frekans haline dönüşür. Bu frekans taşıyıcı

frekanstır. Ve doğruca gönülden (kalpten) D.N.A. lara iner.

D.N.A. lardan aldığı bilgiyi beyne götürerek o bilgiye ait

hücrelere yerleştirirler. Ve aynı frekans kalbe gelerek kalpte

tekrarlanır. Ve tekrar bilgi yüklenmek üzere D.N.A. ya iner.

Bu devinim, insan zikrine devam ettiği sürece devam eder.

Bu olay tıpkı bir su değirmeninin dereden aldığı suyu

değirmenin oluğuna aktarması gibidir. Oluğa aktarılan suyun

değirmen taşını harekete geçirdiği gibi D.N.A. lardan beyne

yüklenen bilgiler de enerji vücudu harekete geçirir.

 

100 Şekil 20

D.N.A. lardaki bilgilerin beyne taşınması

101İnsan uykusunda da Allah’ın izniyle ve dilemesiyle zikir

yoluyla ilim öğrendiği için “Alimin uykusu cahilin

ibadetinden iyidir.” Demişlerdir. Çünkü alimin 24 saati

zikirdir. O Allah’ı bir an bile unutmaz. Dolayısıyla

uykusunda zikire alışan vücudu zikrine devam eder. Bu da

onun için ilim öğrenmektir. Cahil ise misalini verdiğimiz

robot gibidir, ibadeti kendisine fayda etmediği gibi ilimden

de yoksun kalır. Ve kabir olan fiziksel bedeninden ölene

kadar kurtulamaz. Dolayısıyla kabir olan vücudu ikinci bir

kabre girer.

İnsan zikir vasıtasıyla beyne ve gönüle dolan bilgilerle

ilk yaratılışta öğrendiği gibi kendi hakikatını hatırlar ve

kendisini tanır. Kendisini tanıyınca da yaratıcısından ayrı

olmadığını bilir. Bunu Resulullah (s.a.v.) efendimiz şu

mübarek hadisi şerifiyle teyit ediyor: “Nefsini bilen Rabbini

bilir”

Işık ve enerji bedenlere geçiş ve dönüş başlı başına birer

bilim dalıdır. Bu bilim dalları ilm-i ledünni nin içerisindedir.

Atomlarına ve atomlarının da alt yapılarına kadar dağılmış

bir insanı meydana getiren yapı taşlarının tekrar dönüşü

esnasında her yapı taşının kendi yerini alması ve aynı

işlevlerine devam etmesinin sırrı nedir, nasıl olur? Şimdi bu

konuyu biraz inceleyelim.

Günümüz teknolojisinde bilim adamları maddeleri ve

insanları ışınlama teknolojisi üzerinde yıllardır

çalışmaktadır. Zamanı gelince gram seviyelerindeki

maddeleri ışınlamayla (yani elektronlarına kadar ayırıp

tekrar nakledildiği kütleye dönüşmesi) nakletmeyi

başaracaklar.

 

 

102İnsanın fiziksel bedenini oluşturan elementlerin her

birinin yaratılışları gereği altı aşamada yaptıkları ayrı ayrı

esmaları bir saniyede kaç defa zikrettiğini düşünün. Yüz

binlerce ayrı esma katrilyonlara katlanarak ışıktan hücreye

hücrelerden fiziksel bedenimizi oluşturuyor.

Enerji bedene geçmek isteyen insanın, fiziksel bedenini

oluşturan tesbihat sıralamasındaki sırayı özenle takip

ederek,fiziksel bedenden enerji veya ışık bedene bilincini

dağıtmadan geçmesi gerekir. Işık bedenden enerji bedene

dönüşü de yine yaratılış sırasındaki kıdem ve disiplini

bilinçle düzenleyerek olur. Bu olayı dille anlatmak çok

zordur, ancak yaşamak lazımdır. Zaten bedenlerin ışığa ve

enerjiye dönüşmesi dünya zamanıyla bir salisenin altında

olur.

Bu kabiliyeti bedenlerimiz, yapmış olduğu ferdi

tesbihatla zaman içerisinde otomatik olarak kazanır. Bunun

için ayrı bir güç sarfetmek gerekmez. Şuna çok dikkat

edilmelidir. Hangi tesbihatın bir günde kaç defa yapılacağı

çok önemlidir. Çünkü Allah’ın her esması bir varlığın

yaratılmasına sebeptir. Başka bir varlığın yaratılmasına

sebep olan esmayı biz kendimiz için tesbih edersek kendi

bedenlerimiz için zararlı olabiliriz. Bu aynı ülser hastası

kişinin aspirin almasına benzer. Tedavi amacıyla aldığı

aspirin midesinin ağrısını daha da artırır. Yanlış bir

anlamaya sebep olmamak için bu kitabımızda insanların

enerji ve ışık bedene geçmek için hangi esmaları tesbih

etmeleri gerektiğini anlatmayacağız. Bizim gayemiz

Kuran’daki cevherleri anlatmaktır.

103Daha önce anlattığımız buz misalindeki gibi, buzun

içerisinde su ve havanın varlığı inkar edilemediği gibi

insanın fiziksel bedenlerinin yapısında da enerji ve ışık

bedenlerin varlığı da inkar edilemez. Burada bir ayrıntı daha

var; bir metreküplük bir buz kütlesi eriyip su haline geçince

önceki halinden daha fazla bir alana yayılır. Statik

konumundan kısmi olarak dinamiklik kazanır. Su

buharlaşınca dinamik yapısı arttığı gibi hacim olarakta bir

metreküplük bir alanda daha fazla bir alanı kaplar.

İnsanın enerji bedene geçmesi de aynıdır. Enerji beden

daha dinamiktir ve küresel olarak daha geniş hacime

sahiptir. Işık beden ise evrenin çok geniş bir alanına yayılır

ve kaplar. Bu sebeple de evren içerisindeki seyahatlerde ışık

beden çok süratli olduğundan kullanılmaz. Genellikle enerji

beden kullanılır. Bilindiği gibi evren içi seyahatlerde enerji

bedenin gıdaya, havaya, suya ihtiyacı yoktur.

Enerji bedene geçen insana Allah (c.c.) öyle yetenekler

lutfeder ki, şimdiki kullandığımız akılla algılamakta

zorlanabiliriz. Enerji insan Allah’ın dilemesiyle üç boyutun

dışına çıkar; görme sıfatı küresel bir gözün her yönden

görmesi gibidir. Duyması da küreseldir. Çünkü enerji insan

bir anlamda Allah’a bütün zerreleriyle bağlanmıştır. Ve zatı

ile zat olmuştur. Bu konuda Allah (c.c.) kutsi hadisinde

şöyle buyuruyor:

“Ben mümin kulumun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli

olurum.” Enerji insanın hareket kabiliyeti de bizim

bildiğimiz ışığın hızından çok ötelerdedir. Çünkü insanın

enerji varlığı kullandığımız ışıktan çok daha hassas ve

latiftir.

104Allah’ın izniyle enerji ve ışık bedenini kullanabilen

insan-ı kamil maddeye, hücreye, moleküle ve atoma

hükmeder. Çünkü bu insan artık Allah’ın (c.c.) halifesidir.

Allah’ın verdiği yetki ve sınırlar içerisinde evrende yapılara

hükmedebilir. Mesela taşı altına, camı elmasa çevirebilirler.

Bu insanlar önümüzdeki yıllarda haris insanların

çıkaracakları dünya savaşında onların teknolojilerine karşı

büyük bir zafer kazanacaktır. Çünkü mermilerdeki barutların

moleküler yapılarını değiştirip kuma çevirecek, benzinin

moleküler yapısına hükmedip özelliklerin kaybettirecek,

radarların yayınlamış olduğu dalgaları enerji yapılarıyla

absorbe edip şaşırtacak kısacası onların teknolojik silahları

iflas edecektir. Buna benzer örnekler tarihte çok yaşanmıştır.

Bugün yukarıda anlattığımız harika özelliklere sahip yeni

nesil yetişecek, dünyayı ve evreni barış ve sevgi içerisinde

kucaklayacaktır. Maddeye de hükmeden bu insan-ı kamiller

çoğalacak, dünyayı zulümle sömüren insan adaylarının

saltanatına son verecektir. Bu konuya Kuran’ı Kerim’den bir

örnek verelim. Kuran’ı Kerim’in Neml suresinde Süleyman

(as.) ın kıssasını anlatan ayetlerde zamanımızda yetişecek

insanlara ait örnekler vardır.

“(sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: Ey ulular!

Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o

Melike’nin tahtını bana getirebilir. (cinlerden bir ifrit): sen

makamından kalkmadan onu sana getiririm. Gerçekten bu

işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz,dedi.”

Neml suresi 38-39

105“Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse:

gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm dedi.

(Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş

olarak görünce: bu dedi,şükür mü edeceğim, yoksa

nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere

Rabbimin( gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi

için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki

Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur,çok kerem sahibidir.”

Neml suresi 40

Yukarıdaki ayetlerde Yemen ile Kudüs arasındaki

mesafeye (yaklaşık 3500-4000 km) belli bir ağırlığı olan

Saba Melikesinin tahtını maddeye hükmederek, göz açıp

kapamadan saliseler içerisinde ışnlandığını bizzat Allah

(c.c.) Kuran’ı Keriminde ifade ediyor. Ve bunu yapan

kendisinin özel bir ilim verdiği insan. Bu insan ağırlığı olan

tahtı ışık yapıya dönüştürüp tekrar taht haline ağırlık ve

kütleye dönüştürüyor.

İşte zamanımızda inşallah bu insan-ı kamiller Allah’ın

lütfuyla çok kısa sürede yetiştirilecektir. Ellerindeki silah

gücüyle dünya zorbalığına soyunan mafya devletler acaba o

zaman neye kaçacaklardır. Hangi taş veya kaya parçası

onları nasıl gizleyecek? Kaya parçasına bakınca arkasını

gören bu insanlara karşı nasıl görünmez olacaklar?

Allah’a şükürler olsun ki bu özel ilimler artık yer

yüzündeki bir çok mümine verilmek üzere yola çıkarıldı. Bir

çoğu da sahibine ulaştı. Bu müminlerin bazısı farkında,

bazısı da kendisine ulaşan emanetin henüz farkında değil.

 

106ENERJİ BEDENLE DÜNYADA VE

EVRENDE SEYAHAT VE

DÜNYADAN EVRENE

ÇIKIŞ NOKTALARI

107Resulullah Efendimizin (s.a.v.) dünyaya teşrifinden evvel

tarihi araştıranlar bilirler ki, o zamanda kahinlik ve kahinler

revaçtaydı. Bu kahinler yoldan çıkmış, asi cin tayfasıyla

irtibat kurarak gelecekten haber almaya çalışırlardı. Zaman

zaman bu cinler atmosferden yukarı çıkarak uzaydan bazı

haberler de getirirlerdi. Dünyanın etrafını küresel olarak

kuşatan enerji tabakasında bu cinler gözcüler

bulundururlardı.

Resulullah Efendimiz (s.a.v.) in dünyaya teşrifinin az bir

süre öncesinde Allah’ın dilemesiyle dünyanın etrafını

küresel bir biçimde kuşatan enerji tabakası güçlendirildi.

Bunun sebebi Resulullah Efendimizin (s.a.v.) dünyaya

teşrifinden sonra uzayda bilgi hırsızlığı yapan cinlerin

müşterek çalıştıkları kahinlere bilgi vermelerini önleyerek

Peygamber Efendimize (s.a.v.) her hangi bir zarar

verilmesini engellemek içindir. Bu olaydan sonra daha da

aktifleşen bu enerji tabakası cinlerin bedenlerini yakacak

şekilde hassaslaştırıldı. Ve daha aktif hale getirildi.

Bu arada evrene çıkmak için de kuzey ve güney yarım

kürelerde birer adet gök kapısı bu enerji tabakasına

yerleştirildi. Artık o tabakaya yaklaşıp dinlemeye çalışan ve

zaman zaman bu kapılardan uzaya kaçan cin ve şeytan

tayfasına da evrendeki kozmik ışınlarla görevli varlıklar

engel oldu. Çünkü dünyanın etrafındaki enerji tabakası

yoğunlaştırıldıktan sonra uzayda da kozmik ışınlar

çoğaltılmıştır. Bu kozmik ışınlar Kuran’da “şıhap, şıvaz ve

alev sütunu” olarak geçer.

“Onları taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan korduk”

Hicr suresi 17

108“Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna, onunda peşine

açık bir alev sütunu düşmüştür.”

Hicr suresi 18

Yukarıdaki ayetlerde, anlattığımız konu açıkça ifade

edilmektedir. İşte dünyanın çevresinde ve evrende olan bu

değişimlerden sonra insan enerji bedeniyle uzaya çıkacağı

zaman gök kapılarından geçmek zorunda kalmıştır.

Dünyanın etrafını küresel bir biçimde kuşatan enerji

tabakasına bazı İslam alimleri Kaf Dağı adını vermişlerdir.

O insanların Anka Kuşu olarak isimlendirdikleri de Enerji

bedenleridir.

Dünyayı kuşatan enerji tabakasının iki ana kapısı vardır.

Bu kapılar dev bir hol şeklinde enerji tabakasını kuzey yarım

küreden güney yarım küreye, dünyanın merkezinden

geçerek bağlar. Bu iki kapı insanın uzaya çıkmak için

kullandığı ana kapılardır. Bu ana kapılara bağlı olarak

dünyanın yüzeyini küresel şekilde kuşatmış, örümcek ağı

modeline yakın enerji yolları yaratılmıştır. Bu enerji

yollarının kesiştikleri noktalarda ana kapılara bağlanan

küçük kapılar vardır. Bu noktalarda fizik kurallarına ters

olaylar görülür. Örneğin ülkemizin bazı yerlerinde olduğu

gibi yokuş olan tepelik kısımlarına rastlayan geçiş

noktalarında yüksek çekim güçleri vardır. Bu çekim güçleri

çoğunlukla mıknatıs özelliği gösterirler. Bu noktalarda bir

tonluk bir araba, motoru durdurulup vitesi boşa alınırsa

arabanın yokuş yukarı çıktığı görülür. Kuzey ana kapısıyla

güney ana kapısını birbirine bağlayan holde ise zaman

zaman çok şiddetli enerji akımları oluşur.

109işte bu enerji geçişlerine rastlayan ana kapıların etrafında

seyreden bazı uçak ve gemiler enerji fırtınasının etkisiyle ve

bu akımın yönüne göre okyanusa gömülür veya uzaya fırlar.

Bir daha da bunların izine rastlamak zordur. Günümüz

bilimi bu olayları çözemediği için kuzey yarım kürede kalan

bölgeye Şeytan Üçgeni adını vermiştir. Bu bölgenin aynısı

güney yarım kürede de vardır.

Dünyanın etrafındaki enerji tabakasını geçmek, uzayda

dilediğimiz yere gitmek, oralarda Rabbimizin ayetlerini

görmek için Allah (c.c.) dereceleri yükselen insan-ı kamil

noktasına ulaşan kişiler için enerji ve ışık bedene geçiş izni

vermiştir. Enerji beden insanın Sultan gücüdür. Yani

Allah’ın kudretiyle güçlendirilmiş, hızlandırılmış, duyuları

artırılmıştır. Kuran’ı Kerimde de bu konu Sultan güç olarak

ifade edilmiştir. Ve dünyanın etrafındaki enerji tabakası da

yine Kuran’da göklerin ve yerin çerçevesi,göklerin ve yerin

hududu veya sınırı olarak geçer.

“Ey cin ve insan toplulukları, yapabilirseniz haydi

göklerin ve yerin hududunda geçin bakalım: ama

geçemezsiniz ancak üstün bir güç, kuvvetli bir delil ve

ilimle geçebilirsiniz.”

Rahman suresi 33

Yukarıdaki ayette kuvvetli bir delil ve üstün güç olarak

tarif edilen insanın enerji halidir. Ve bu haline Allah’ın (c.c.)

vermiş olduğu ilimle ulaşılabilir. Bu konuları geçen

bölümlerde geniş olarak anlatmıştık. Bu ayette onun

delilidir.

 

110

Şekil 22

Yukarıdaki şekilde ana gök kapıları ve oluşturduğu

hol görülüyor.

 

111 Şekil 23

Evrene açılan ana çıkış kapıları ve bağlantı

noktaları

112

Dünyadan çıkarken gök kapılarının birinden geçtikten

sonra uzayda belli yollar tertib edilmiştir. Rahman suresi 33. ayette de belirtildiği gibi insan üstün bir güç, kuvvetli bir

delil (enerji bedeni) ve ilim sahibi olmazsa uzaya çıkamadığı

gibi, çıksada bu çıkış onun sonu olur. Çünkü evren kozmik

ışınlarla doludur. Kozmik ışınlar enerji yapımıza zara

verebilirler. Işık bedene ise tesir etmez. Işık bedenle uzayda

seyahat edilemeyeceği için (çünkü ışık beden saniyede

milyarlarca kilometre hıza sahiptir) enerji bedenle seyahat

edilir. Evrende seyahat ederken yolculuğumuzu kozmik

ışınların tesir etmediği yollardan yapmalıyız.

“Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış göğe

andolsun.”

Zariyat suresi 7

“Üzerinize ateşler, duman alevleri gönderilir de artık

kendinizi savunamazsınız.”

Rahman suresi 35

Evrende de dünyanın üzerinde olduğu gibi enerji

bedenimizle, içerlerinde rahatça seyahat edebileceğimiz

uzayı küresel bir biçimde bir birine geçmiş örümcek ağları

şeklinde kaplayan ve bu ağların kesişme noktalarında

gezegenlere bağlanan gök kapıları ile donatılmış yollar

vardır. Zariyat suresi 7. ayette bu açıkça ifade edilmiştir.

İnsan enerji bedenle evrendeki seyahatinde bu yolların

dışına çıkamaz. Çünkü bu seyahatin ilmini almıştır. Hangi

gezegene hangi gök kapısından geçeceğini bilir. Uzaydaki

tertip edilen yolların dışına çıkarsa zarar göreceğini bilir.

113Şekil 24

Evrendeki yol ağları temsili olarak gösterilmiştir.

114Allah (c.c.) evrende seyahatle ve görev yapmakla

görevlendirdiği halifesini evrenin her noktasında gözetir ve

korur. O insanın yerde ve uzaydaki her hareketini, her an

takip eder. Onu ebediyen muhafazası altına almıştır.

“Yerin içine gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni, oraya

çıkanı bilir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.”

Sebe suresi 2

“O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’ın

üzerine istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten

ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, O sizinle

beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.”

Hadid suresi 4

Artık Ahir zamandayız. İnsanoğlunun inanıp Allah’ın

istediği şekilde mümin sıfatını kazanan bireyleri yukarıda

anlattığımız ve ayetlerle açıkladığımız yeteneklere

kavuşacaktır. Müminin yeteneklerini dile gelenlerle ancak

bu kadar anlatabildim. Gönülde var olup da dile

getiremediklerimi yaşayıp bilmek gerekir. Okuyanlara şu

müjdeyi veriyorum; önümüzdeki yıllarda inananların

çoğunluğu bu yeteneklere ulaşacaktır. Bu yetenekler

Allah’ın (c.c.) kendisine ulaşmaya azmedip o yola baş

koyarak çıkan bütün mümin kullarına inşallah

lütfedilecektir. Bu güzel insanlar karşısında inanmayanlar,

esfel-i safilinin en alt noktasında kalanlar, kıskançlık ve

hasetle gözlerini sonuna kadar ayırıp nasıl bu hallere

kavuştuğumuza hayretle bakacaklardır.

“Onlara gökten bir kapı açsak ta oradan yukarı çıksalar,

yine de (gözlerimiz boyandı) daha doğrusu bize büyü

yapılmıştır derler.” Hicr suresi 14-15

115İnsan-ı Kamil, Allah’ın halifesi olması sıfatıyla nur

üstüne nur özelliğini kazanmaya hak kazanmıştır.Allah’ın

zatından zatına tecelli etmesi ile sonsuzluğa yayılan,

sıfatlarının ve esmalarının hakikatı olan nur üstüne nur,

ebedi olarak devam edecektir. Yaratılmışların hepsini insan

için var eden Allah (c.c) esma ve sıfatlarıyla birlikte, halife

olarak var ettiği insan-ı kamile ışıktan hücreye yaratılış

sıralaması gereği nur üstüne nur mertebesine ulaşma

imkanını da bağışlamıştır.

Allah’ın insana verdiği bu lütfunu ve onda var ettiği iç

içe olan ışık, enerji bedenlerinin varlığına işaret eden

Kuran’ı Kerimdeki diğer bir ayeti de Nur Suresinde

görüyoruz.

“Andolsun ki Biz size (gerekeni) açık açık bildiren

ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve

takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik.”

Nur Suresi 34

Bu ayette Allah (c.c.) takvaya ulaşmış kimselere öğüt

olarak ifade buyurduğu cümlede “öğüt” kelimesi yüksek

derecede ilim olarak algılanmalıdır. Çünkü insanlar ancak

ilimle takvaya ulaşabilirler.

“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun Nurunun

temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba

kristal bir fanus içindedir; o fanus ta sanki inciye benzer bir

yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispet edilmeyen

mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden tutuşturulur. Onun yağı,

neredeyse, kendisine ateş deymese dahi ışık verir. Bu nur

üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah

insanlara (böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.”

116Yukarıdaki ayet ampulün icadını işaret eden bir ayet

olamaz. Böyle düşünenler kendi zanlarının aldatmasını

yaşıyorlar. Allah’ın gelecekte insanların kullanacağı bir

icadı ile kendisinin varlığını ve Kuran’ı Kerimin

doğruluğunu ispatlamasına ihtiyaç yoktur. Bu güne kadar

ampulden daha önemli o kadar çok ve mükemmel icatlar

olmuştur ki, ampulün icadı yanında çok basit kalmıştır.

Önümüzdeki yıllarda insan-ı kamillerin yetiştireceği

inançlı bilim adamları ampulü, elektrik tellerini, dev trafo

merkezlerini, barajları ve nükleer santralleri hatta evlerdeki

elektrik tesisatlarını ve sayaçlarını rafa kaldıracak öyle

icatlar ortaya koyacaklar ki, bu icadın modeli güneştir.

İnsanlar şimdiye kadar ortaya çıkan yüksek enerjiyi

kontrol edilemeyen sıcak füzyonda görmüşlerdir.(örneğin

atom bombasının patlaması) Bu enerjiyi ehilleştirip

kullanamadıkları için soğuk füzyona yönelmişlerdir.

Laboratuar ortamlarında üzerinde çalıştıkları soğuk füzyon

konusunda da pek başarılı olamamışlardır. Oysa güneşi iyice

inceleyip örnek alsalardı,güneşin milyarlarca yıl süregelen

ve belki bir o kadar da devam edecek enerjisinin sıcak ve

soğuk füzyonun bir arada senkronize çalışması sonucu

ortaya çıktığını göreceklerdir. Güneş gibi çekim alanında

bulunan bazı gezegenlere hayat veren yıldızların dış

katmanları milyarlarca derece ısıyı içerirken çekirdekleri

kutuplardan daha soğuktur. Güneşin varlığında bulunan,

güneşin yüzeyi ile çekirdeği arasında süratle gelip giden

(sıcak ile soğuk arasında) atom elemanlarının hareketi

güneşe devamlı enerji üretme özelliğini verir.

117Dünya gezegeni de üzerinde yaşam olabilmesi için

güneşle ters özelliklerde yaratılmıştır. Dünyanın yüzeyi

soğuk çekirdeği sıcaktır.

Allah’ın verdiği misaller basit değildir. Üzerinde çok

düşünülmesi gerekir. Hele Nur Suresi 34. ayette Allah (c.c.)

bu konuya yeminle giriyor ki, bir cam parçası ve bir tutam

Wolfram direncini açıklamak veya bildirmek için yemin

etmez. Allah (c.c.) Nur Suresi 34. ayette insan-ı kamili

anlatıyor. 35. ayette ise insan-ı kamilin kullanabileceği üç

beden tarif ediliyor. Şimdi bu ayeti cümle cümle

açıklayalım;

“Allah göklerin ve yerin nurudur.”

Bu cümlede Allah (c.c.) zatından zatına tecellisiyle

başlayan ve evrende her an var olan sonsuzluğa kadar devam

eden esmalarının ve sıfatlarının oluşturduğu varlığında

insanları ve evreni topladığı çok yüksek ışığını ifade

buyuruyor. Allah’ın arş’a istivası da budur.

“O’nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir

kandillik gibidir.”

Yukarıdaki cümle kendisine halife olarak yarattığı

(fiziksel bedendeki) insanı anlatıyor.çünkü Allah’ın halifesi

olan insan-ı kamil yerde ve gökte O’nun izni ile halifedir.

Bu cümlede geçen kandil kelimesi de hücre tuğlalarının bir

araya getirdiği insanın fiziksel bedenidir. Bu beden

içerisinde daha önce anlattığımız gibi enerji ve ışık bedenler

bulunur. Allah (c.c.) bu ayetinde kandilin içerisindeki enerji

bedeni insanlara kendisinin istediği mertebelere ulaştıktan

sonra kullanılmak üzere yerleştirmiştir.

118“O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus ta sanki

inciye benzer bir yıldız gibidir ki doğuya da, batıya da nispet

edilmeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden

tutuşturulur.”

Bu cümle ile de, insanın enerji bedeninin içerisindeki ışık

bedene işaret edilmiştir. Çünkü ayette geçen cam fanus

insanın enerji bedenini temsil etmektedir. Cam yapısı gereği

nasıl ki saydam ise, insan da enerji boyutuna geçtiği zaman

görünmez olur. Enerji bedenin içerisindeki inci gibi parlayan

yıldız da nur üstüne nur olan ışık bedene işarettir. Tin

suresini anlatırken zeytinin balçıktan (kuark) hücreye kadar

olan enerji bedenin yapı taşlarını ifade ettiğini anlatmıştık.

Çünkü ayette geçen, doğuya ve batıya nispet edilmeyen

zeytin ağacının meyvesi zeytin, insanı meydana getiren

hücreleri temsil ediyor. Çünkü zeytin bir tohumdur. Ağaç bu

tohumdan oluşur. İnsanın fiziksel bedenleri de Alak’a

yapışan insan tohumundan meydana gelir. Zeytinden

tutuşturulan (yani ortaya çıkan enerji ve ışık beden) ise

zeytinin temsil ettiği hücreleri meydana getiren D.N.A.

moleküllerinde kayıtlı bulunan ilimden alınan ışıktır.

“onun yağı, neredeyse kendisine ateş deymese dahi ışık

verir. (bu) nur üstüne nurdur.”

İşte burada yağla temsil edilen D.N.A. lardaki bilgilerdir.

Bu bilgilerin zikir ile hatırlandığını anlatmıştık. Yukarıdaki

cümlede “ateş” kelimesi D.N.A. dan beyine bilgi taşıyan

zikir frekenslarıdır. Allah dilediği kimselere yukarıda

belirttiği gibi ateş değmeden de (zikir etmeden de) bu

bilgileri hatırlamayı ihsan eder. Çok nadir kimselerde

oluşur.

119“Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah insanlara

(böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.”

Bu cümlede de her insanın Allah’ın nuruna

erişemeyeceği yani insan-ı kamil mertebesine ulaşamayacağı

ifade edilmiştir. Çünkü Allah insanları derece derece

yaratmıştır.

“(Bu kandil) bir takım evlerdedir ki, Allah (o evlerin)

yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir.

Orada sabah akşama O’nu tesbih eder ki”

Nur suresi 36

“Onlar, ne ticaret ne de alış verişin kendilerini Allah’ı

anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten

alıkoymadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak

bullak olduğu bir günden korkarlar.”

Nur Suresi 37

Yukarıdaki ayette de anlaşıldığı gibi “kandil” kelimesi

insanı ifade etmektedir. Daha önce anlattığımız gibi Allah’ı

tesbih eden insanların kalp, D.N.A. (levh-i mahfuz) ve beyin

arasındaki irtibatı kurarak D.N.A. lardaki bilgileri

hatırladıklarını, bu sayede de insan-ı kamil mertebesine

ulaştıklarını ve yukarıdaki ayetlerde belirtilen; insanın

varlığında bulunan enerji ve ışık bedenleri

kullanabildiklerini ifade etmiştik. Yukarıdaki ayetler

üzerinde tefekkür ettiğiniz zaman konuların nasıl yerli

yerine oturduğunu fark edersiniz. Allah (c.c.) Tin ve Nur

Surelerinde önce insanın mükemmel yaratılışını, daha sonra

aşağıların aşağısına indirilişini ve fiziksel bedenlerde buz

misali iç içe geçmiş iki bedenimizin daha var olduğunu ve

kullanılmaya hazır olduğunu inşallah ifade etmişizdir.

 

120Akıl sahibi insan hangi dinde olursa olsun, tek Allah’a

inanan her insana ve Müslüman geçinip te kalplerinden

İslam çıkmış, okudukları Kuran boğazlarından aşağı

inmeyen, imanı dilinin ucunda olan insanlara sesleniyorum.

Allah’tan korkun! Ve O’na uyun. Kuran’ı Kerim’i süslü

kılıflarda duvarlarda çürütmeyin. Açın, okuyun, anlayın.

İnsanın ömrü dünyada üç gündür. Dün bitti,bu gün bu

andayım, yarını bilmiyorum. Bu üç günlük ömür için

yukarıda anlatılan Allah’ın mümin kullarına hazırlayıp vaat

ettiği nimetleri sahip olduğunuz veya olmadığınız hiçbir

maddi değerle değiştirmeyin. Ancak Allah’ı sevin ki O’da

sizi sevsin. O’nu çok çok anın ki O’da sizi ansın. O’nun

yarattıklarını O’nun için sevin. Ellerinizdeki ekmeklerinizi

paylaşın ki kardeşliğiniz büyüsün,gelişsin. Kanı ve göz

yaşını durdurun.

“İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kuran

sebebiyle kalplerinin ürperme zamanı daha gelmedi mi?

Onlar daha önce kendilerine Kitap verilenler gibi olmasınlar.

Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı.

Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.”

Hadid Suresi 16

Sizi fiziksel bedenlerinizin esaretinden kurtulmaya,

karanlıktan aydınlığa çağırıyorum. Bunun için çok çalışın,

Yüce Allah’ı çok tesbih edin. Ve Sevgili Peygamberimiz

Muhammed Mustafa (s.a.v.) ‘ya uyun ki Allah size olan

vaadini yerine getirsin.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve peygamberine

inanın ki O,size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında

yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah, çok

bağışlayan çok esirgeyendir” Hadid suresi 28

121Günümüzde yaşayan art niyetli kesimler dünya

üzerindeki menfaatleri için dinleri, özellikle düşman tarafı

olarak gördükleri İslam’ı ve İslam’a inanan insanların

inançlarını deforme etmek için akla mantığa sığmayacak

uydurma yolar ve fikirler ortaya atmıştır. Astral bedenler,

astral seyahatler ve reenkarnasyon gibi ülkemizde ve İslam

dünyasında basın yayın aracılığıyla içimize sokulan bu yeni

akımlar özellikle gençlerimizin inançları üzerinde çok büyük

tahribatlar yapmıştır.

Işınlanma, evren, evrendeki seyahatler asırlardır

insanların merak ettiği konulardandır. Bu güne kadar hayal

dünyasında yaşayan birçok yazarlar bu konulardaki

hayallerini kitaplara dökmüşlerdir. Bu kitapların çoğu

sinemaya aktarılmış görsel yollarla da kurgu-bilim filmleri

insanlardaki din inançlarını silip atmak için epey başarılı yol

almıştır.

Dünyayı eline geçirmeye çalışan gizli dünya devletinin

elemanları, insanlarda aşırı merak uyandıran bu akımları

kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak dünyayı;

sömürdükleri maddi güçleriyle ele geçirdikleri gibi

insanların maneviyatlarını da bozarak onları inançsız,

hayalperest kuklalar haline getirip kullanmaktadırlar.

Son zamanlarda ismini vermeyeceğim bazı yayın

kuruluşları da dış güçlerin desteği ile bu tür yayınlarla “sizi

uçuracağız, göçüreceğiz” gibi telkinlerle ülkemizde de geniş

bir insan kesimini zehirlemeyi başarmışlardır. Biz burada bu

akımlara ve reenkarnasyon saçmalığına açıklama

getireceğiz.

122REENKARNASYON VAR MI?

123İnsanların merak ettikleri enerji ve ışık bedene geçiş,

evrende ışınlanarak seyahat etmek ve buna benzer insanda

var olan üstün özelliklerin gerçeklerinin Kuran’ı Kerim’de

ve İslam dininde var olduğunu bu kitabımızda detaylı olarak

açıkladık

Bunun dışında art niyetli insanların uydurduklarıyla

insanlar bu özelliklerinin hiç birini kullanma yeteneğine

ulaşamazlar. Bunun tek ve gerçek yolu yüksek bir imana

kavuşup tevhidde zirveye çıkmak ve Kuran içinde bulunan

ilimlerle bu noktaya ulaşmaktır.

İnsanın ömrü zannedildiği gibi dünya hayatına doğup ve

dünya hayatında ölmekle sınırlı değildir. İnsanın ilk

yaratılışında ışık bedenlerle yaratılışlarına şahitlik ettiklerini

anlatmıştık. İşte insanın hayatı bu şahitlik noktasında başlar.

Ve kaderleri içerisinde olan ömür diye tarif edilen ışık

bedenlere göre bitkisel hayata benzeyen dünya hayatı

rüyasının dışında herhangi bir kesintiye uğramadan Allah’ın

izniyle ebediyen yaşar. İnsanlar dünya hayatına gelene kadar

yüksek bilinçte ve ilim sahibi olarak hayata devam ederler.

Dünyaya imtihan edilmek amacıyla inme sırası gelen yüksek

bilinçli insanlar, önceden de anlattığımız gibi esfel-i safiline,

Adem (a.s.) den sonra gelenler Alak yaşamının ardından

dünya hayatına geçerler.

Dünya hayatına geçişleriyle beraber yüksek yetenekleri

ve bilinçleri de varlıklarında mevcuttur. Yani o yeteneklere

istidatlı olarak gönderilirler. İnsan Dünya hayatına bir defa

gelir ve bir daha dönmemek üzere ebedi hayatına döner.

124İslam dinine mensup olup da reenkarnasyonun varlığına

destekleyenler şu tezi savunmaktadırlar; insanların hepsi

dünya hayatlarında eşit değillerdir. Kimisi zengin, kimisi

fakir, kimisi güçlü, kimisi güçsüz gibi faklılıkların Allah’ın

adaletine ters düştüğünü iddia etmektedirler. Bu sebeple

insanların tekrar tekrar dünya hayatına gelerek önceki

hayatlarında yaşadıkları bu eksiklikleri gidererek Allah’ın

adaletinin yerine geleceğine inanmaktadırlar. Bu inanış

İslam inanışı değildir.

“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya

hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık.

Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle

üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri

şeylerden daha hayırlıdır.”

Zuhruf suresi 32

Yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi Allah (c.c.) dünya

hayatındaki insanların birbirlerine maddi ve manevi

üstünlüklerini, hayatın dengesini sağlamak için vermiştir.

Dikkat edilirse evrende de gezegenlerin kimi büyük kimi

küçük, kimisi gaz halinde kimisi güneş gibi ısı ve ışık

yayıyor. Bu evrenin dengesi için konmuştur. Eğer bütün

gezegenler güneş olsaydı dünyada hayat olur muydu?

Herkes eşit olsaydı dünyada hiçbir şey üretilmezdi.

Allah’ın adaletini, milyarlarca yıl önce yaratılmış ve dünya

hayatına gelene kadar bu süre içerisinde hayatta kalmış,

dünya hayatından sonra da ebedi hayatına devam edecek

insanlara verilen yüksek ilim, yetenekler ve ebediyetlerinde

göremiyorlar da, evrenin sonsuzluğu içerisinde saniyeler

kadar kısa süren, bir toz taneciği kadar küçük olan dünya

hayatında mı arıyorlar?

125“Kıyamet koptuğu gün, günahkarlar,(dünyada) ancak pek

kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler.işte onlar (dünyada

haktan) böyle döndürülüyorlardı.”

Rum Suresi 55

Yukarıdaki ayette Allah(c.c) insanların fiziksel

bedenlerde dünya hayatında ebedi hayatlarına oranla çok

kısa süren bir kesit yaşadıklarını ifade buyuruyor.Günahı

olmayan müminliğin zirvesine ulaşıp, İnsan-Kamil

mertebesine ulaşanlar ise dünya hayatı zaten bitmiştir.Onlar

dünyada iken ebedi hayatı yakalamışlardır.

Çünkü onlar dünya ölümünü beklemeden fiziksel

bedenler diye anılan kabirlerinden kurtulup dünya hayatına

göre ölmeden ölmüşlerdir. Bu hususta Peygamber Efendimiz

(sav) şöyle buyurmuştur;

“Ölmeden önce ölünüz” bu hadis-i Şerifin yorumu şu

şekildedir; Dünya hayatını yaşarken Allah’ın dünyadaki

kulundan görmek istediği İnsan-ı Kamil mertebesine çıkıp

fiziksel bedenlerde kabir hayatını tamamlamış olarak ebedi

hayata geçmektir. Bu insanlara toprak altındaki kabirler

elbiselerini bıraktığı dolap gibidir.Onlar diledikleri zaman

Allah’ın izniyle ölümden sonra kabrine bıraktığı bedenlere

tıpatıp benzeyen vücutlara sahip olabilirler,zamanın

gerisinde ve ilerisinde serbestçe görev yaparlar.çünkü onlar

dünyada iken ahireti seçip ölümsüzlüğe ulaşmışlardır.

Bu konuyla ilgili olarak bir kısım İnsan-ı Kamillerin

yaşantıları içerisindeki muhteşem kerametleri etraflıca

anlatacağız.

126Yeniden doğuşun (reenkarnasyon) olmadığı Kuran-ı

Kerimde açık açık beyan edilmiştir.

“İlk tattıkları ölüm dışında,orada artık ölüm tatmazlar ve

Allah onları cehennem azabından korumuştur. (ebedi hayata

kavuşmuşlardır)”

Duhan Suresi 56

“Birinci ölümünüz hariç,bir daha biz ölmeyecek ve bir

daha azap görmeyecek,değil miyiz.Şüphesiz bu büyük

kurtuluştur. Çalışanlar böylesi kurtuluş için çalışsın.”

Saffat Suresi 58-59-60-61

İnsanın yeniden doğuş sandığı durum, (reenkarnasyon)

yine insanların ilk yaratılıştan itibaren dünya hayatına gelene

kadar olan yaşamlarındaki olayları hatırlamalarıdır.

Unutmayın ki insanın en büyük sınavı da ilk yaratılışını,

Rabbine verdiği sözleri ve ondan aldığı emirleri

hatırlamaktır. Bu sebeple Kuran-ı Kerimin bazı ayetleri

hatırlatmakla başlar. İlk yaratılış halindeki insanın ilim

yönünden ve özel yetenekler bakımından fiziksel

bedenlerimize göre olan üstünlüğünü daha önce anlatmıştık.

Öyle yüksek ilim sahibi insan elbette kendisiyle beraber

yaratılan insanları tek tek tanıyıp bilmiştir, çünkü insanın

kendi yaratılışına ve alemlerin yaratılışlarına olan şahitliği

nedeniyle bütün gördüklerini, bildiklerini ve duyduklarını

kendi varlığında toplamıştır.

Ancak dünyaya ve fiziksel bedenlere indirildiğimizde bu

bilgiler bizden alınmamış ve birey olarak her birimizde

bulunan kendi Levh-i Mahfuzlarımıza (DNA) tamamen satır

satır hatırlanmak üzere yerleştirilmiştir.

 

 

127İlk yaratılışta, insanlar kendileriyle beraber yaratılan

diğer insanlarla dünyadaki insanlar arasında olan

dostluklardan çok daha üstün, Allah sevgisine dayalı,

menfaat içermeyen dostluklar kurmuşlardır.

İşte o alemde kurulan bu yüce dostluklar ve arkadaşlıklar

dünya hayatında da devam ederler. İlk yaratılıştaki hayatta

çok yakın olan iki dosttan, hangisi dünya hayatına önce

gelirse o alemde kalan diğer arkadaşı dünyaya inen dostunun

doğumdan ölümüne kadar bütün hayatını salise salise

beraber yaşar ve bilir.(zaten dünya hayatı ebedi hayata göre

birkaç saniye değil midir?) dünyadaki dostunun hayatındaki

yaşanmış olan en küçük ayrıntıları bile beraber yaşayıp bilen

kişi, dünyadaki dostunun ölümünden sonra kendisinin

dünya hayatına ve fiziksel bedenindeki yaşam süresini

tamamlamaya indirildikten sonra düşünme ve hatırlama

yetenekleri gelişince küçük bir olay, gördüğü bir yer veya

önceki dostuna ait tarihi bir kayıt, daha önce enerji

bedendeyken dünyadaki fiziksel bedendeki dostuyla beraber

yaşamış olduğu tüm süreyi bir anda hatırlamasına sebep

olur.çünkü o kişinin dünya hayatına indirildiğinde önceden

yaşamış olduğu tüm hatıraların tamamı kendine ait DNA

larında kayıtlıdır.

Yukarıda anlattığımız hatırlamaya sebep olan, herhangi

bir nedenle DNA lardaki bu bilgiler dostundan sonra

dünyaya gelen o kişinin beynine sıçramalar yapar, ve

önceden gelen dostunun hayatının her saniyesini birlikte

yaşadığı için kendi hayatı zanneder, ve önceden yaşamış

olduğu vehmine kapılır.İşte reenkarnasyon sanılan olay da

budur.

128Bu tür hatırlamalar, geçmiş tarihlerde yaşayan insanlar

veya yakın tarihte yaşamış olan insanlarla da olabilir.Çünkü

Allah (c.c) ilk yaratılıştaki insanların dünyaya hangi

zamanda geleceğini önceden programlamıştır. Bu insanların

iradesinde değildir.

Bu hatırlamalar bazı insanlarda kısmi olarak yaşanır,

olayın tamamını hatırlayamazlar.Bu durum insan kalbinde

(gönlünde) oluşan şokun frekansının (DNA)ya yüklediği

etkiyle orantılıdır.DNA ya yüklenen şokun ürettiği frekansın

şiddeti az olduğu zaman kısmi hatırlama oluşur.(Daha önce

DNA lardaki bilgilerin beyne frekanslar yoluyla aktarıldığını

anlatmıştık.)

Bu kısmi hatırlamalar “ben bu şehri görmüştüm, buradan

daha önce geçmiştim, bu olayı daha önce yaşamıştım veya

ben bu insanı daha önce tanıyordum” gibi detaylarını

çözemediği hatıralar şeklinde ortaya çıkarlar.

Konuya örnek olarak: Fatih Sultan Mehmed 15.yy da

yaşamıştır. Fatihle beraber ilk yaratılışta dost ve yakın

arkadaş olan bir insan onun o zamandaki hayatını

doğumundan ölümüne kadar yaşamış olarak zamanımızda

dünya hayatına geldikten sonra Fatihin hayatını tarihte

okuduğunda, hatırlamanın vermiş olduğu ani şok o insanın

DNA larında kayıtlı olan o bilgileri beynine aktarır.Onun

hayatını saniyeleriyle beraber birlikte yaşadığı için kendi

hayatıymış gibi algılar. Daha önce birlikte yaşamış olduğu

dostunun hayatıyla kendi varlığını ayırt edemediği için o

kişi; “daha önceki hayatımda ben Fatih Sultan Mehmed

idim” vehmine kapılır ve kendisini öyle lanse eder.

129Günümüzün insanları, bu olayları; ‘insanlar tekrar tekrar

doğarlar’ diye lanse ederek, reenkarnasyon saçmalığını

ortaya atarak insanları böyle bir olayın varlığının vehmine

yöneltmişlerdir. Böyle olaylar ilgi çekici oldukları için

İslama düşman olan kesim tarafından kendi dinlerini üstün

göstermek amacıyla bu olaya reenkarnasyon ismini vererek

bir nevi putçuluğu (budizmi) öne çıkarmaya çalışıyorlar.

Mümin olan her insanın feraseti olur.Peygamber (sav)

Efendimiz; “Müminin ferasetinden korkunuz.” buyurmuştur.

Son zamanlarda müminlik sıfatı takkeyle takunya arasında

kaldığı için insanlarda feraset kalmamıştır, bu nedenle İslam

aleminde yukarıda anlattığımız art niyetli insan ve devletler

İslam ülkelerini her yönden bağımlı hale

getirmiş,insanlarının çoğunu ekmeğe muhtaç etmiştir.

Yukarıda anlattığımız gibi reenkarnasyon diye bir olay

yoktur.Bu sadece bir hatırlamadır. Kuran-ı Kerimde tekrar

doğuşun olmadığını ispat eden ayetler vardır.

“veya:Allah bana hidayet verseydi,elbette sakınanlardan

olurdum, diyeceği, yahut azabı gördüğünde: Keşke benim

için bir kez (dönmeye ) imkan bulunsa da iyilerden olsam

diyeceği günden sakının.”

Zümer Suresi 57-58

“Hayır (dönmeyeceksin!) Ayetlerim sana gelmişti de sen

onları yalanlamış, büyüklük taslamış ve inkarcılardan

olmuştun.”

Zümer Suresi 59

Yukarıdaki ayetlerde ifade buyrulduğu gibi dünya

hayatını bitirenlere tekrar dönüş izni yoktur.

130ENERJİ VE IŞIK BEDENLERİNİ KULLANABİLEN

İNSAN-I KAMİLLERİN HAYATLARINDAN KESİTLER

131Buraya kadar ışıktan hücreye evrenin yaratılışı, ışıktan

hücreye kadar tüm varlığın yaratıcısının sayısız esmasını

sayısız defa tesbih ettiğini, ışıktan hücreye insanın

yaratılışını ve ışıktan hücreye yaratılışının gereği insanın ışık

ve enerji bedenlerini ve bu bedenlerle evrende ve dünyada

seyahat yollarını anlattık.

Şimdi bu yeteneklere sahip olan insan-ı kamillerin,

Allah’ın kendilerine müminliğinin karşılığı mükafat olarak

lütfettiği bu üstün özelliklerin ve yeteneklerin hayatlarındaki

tatbiklerinden pasajlar vereceğiz.

Burada saygımız ve sevgimizden dolayı Peygamberler

Peygamberi, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) Miraç

hadisesinden özet olarak bahsedeceğiz.

Daha önce de kısmen anlattığımız gibi Hz.

Peygamberimizin (s.a.v.) Mescid-i Haram’dan Mescid-i

Aksa’ya, Mescid-i Aksa’dan Sidre-tül Münteha’ya

yolculuğu, ışık ve enerji bedenlerini kullanabilen, maddelere

hükmeden, Allah’ın izniyle güneşin ve ayın dileği karşısında

boyun eğdiği bu mükemmel insanın, diğer insanlara

yaşayarak ve yaparak gösterdiği en büyük örneğidir.

Burada bir daha tekrar edecek olursak Peygamber

efendimizin (s.a.v.) bu yolculuğu dünya zamanıyla çok kısa

bir süre içerisinde gerçekleşmiştir. Çünkü bu yolculuğa

başlayıp bitirdiği süre içerisinde yatağındaki vücudunun

sıcaklığı henüz soğumamıştı. Bu yolculuk esnasında Hz.

Peygamberimiz (s.a.v.) Mescid-i Haram’dan Mescid-i

Aksa’ya enerji bedeniyle saliseler içerisinde gitmiştir.

132Mescid-i Aksa’dan Sidre-tül Münteha’ya ise ışık

bedeniyle gitmiştir. Miraç yolculuğunda Peygamber

Efendimizin (s.a.v.) varlığında enerji ve ışık bedenlerinin

mucizeleri görülmüştür.

Peygamber Efendimiz ve varisleri olan insan-ı kamillere

hayvanlar da bilinçli olarak itaat eder. Buna örnek olarak;

“Resulullah (s.a.v.) ile, Medine’nin bazı sokaklarında

beraber bulunuyorduk. Bir bedevi’nin çadırı yanından

geçtik. Çadıra bağlanmış bir geyik gözümüze ilişti. Geyik

dedi ki:

-Ey Allah’ın Resulü, bu bedevi beni avladı. Dağda iki

yavrum var. Memelerim sütle doldu. Bir an önce kurtulup

rahata kavuşmam için beni boğazlamıyor. Dağdaki

yavrularıma dönmem için de beni serbest bırakmıyor.

Allah’ın Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Seni bırakırsam döner misin?”

-Evet!Dönmezsem Allah beni sahtekar öşürcüye yaptığı

azapla cezalandırsın! Dedi. Bunun üzerine Allah’ın Resulü

(s.a.v.) onu serbest bıraktı. Çok geçmeden koşarak geldi.

Hemen onu çadıra bağladı. Bedevi elinde bir damacanayla

çıkageldi. Allah’ın Resulü (s.a.v.) ona şu teklifte bulundu:

“Bunu bana satar mısın?”

- Bu senin olsun ey Allah’ın Resulü,dedi. Derhal

Peygamber (s.a.v.) onu salıverdi.

Zeyd b. Erkam (r.a.) dedi ki: Vallahi ben o geyiği, dağda

tesbih ederken gördüm. Şöyle diyordu: “La ilahe illallah!

Muhammed’ün Resulullah”

133Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yüksek özelliklerinden

biri de gezegenlere hükmetmesidir. Bir işaretiyle Allah’ın

izniyle ayı ikiye bölmüştür.bölünen iki parçadan bir parçası

dağın arkasında, diğer bir parçası ise önünde yer almıştır. Bu

mucizeye o zamanın Kureyş halkı şahit olduğu gibi, ayetle

de teyit edilmiştir.

“Saat yaklaştı. Ay (ikiye) ayrıldı.”

Kamer suresi 1

Bu yetenekler, mucizeler Allah’ın sevip, şanını, şerefini

ve ilmini yükselttiği Hz. Peygamber efendimize (s.a.v.)

diğer insanlara örnek olarak gösterilmek üzere lütfedilmiştir.

O’nun güneşe hükmetmesi de şu şekilde olmuştur:

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kureyş halkına Miracını,

Mekke’den Mescid-i Aksa’ya gittiğini anlatıyordu Onlar da

O’na Mescid-i Aksa hakkında bazı şeyleri sordular. Derhal

Allah (c.c.) O’na aradaki mesafeyi ve perdeyi kaldırdı,

Mescid-i Aksa’yı açık açık gördü, ona baktı ve onu tam

manasıyla anlattı. Yoldaki kafile hakkında da sordular.

Şöyle buyurdu: “Kafile size, Güneş doğarken vasıl olacak!”

öyle oldu ki kafile gecikti. Bunun üzerine Allah (c.c.) ikindi

vaktine kadar güneşi durdurdu, doğmasını önledi.

İşte Allah’a halife olmak budur. Allah (c.c) kendisine

halife seçtiği kulunun sözünü doğrulamak için evrendeki

düzeni değiştirip dünyanın dönüşünü durdurarak ona yardım

eder.inşallah zamanımızdaki inanan lara da büyük

yardımlarda bulunacaktır.

134Böyle mubarek insanlar ölüleri de Allah’ın izni ile

diriltirler.

Ebu Bekr b. Ebi’d-Dünya dedi ki:

“Ensar’dan bir genci ziyaret ettik. Çok geçmeden hemen

öldü. Gözlerini kapatıp üstüne elbisesini çektik. Birimiz

annesine:

- Sabret, karşılığını Allah’tan bekle! Dedi. Annesi şöyle

dedi:

- Öldü mü?

- Evet! Dedik. Derhal ellerini göğe kaldırıp şöyle dua

etti:

“Allah’ım, ben sana iman ettim. Resulüne hicret ettim.

Başıma bir musibet geldiği zaman hemen sana dua ettim,

sende o musibeti benden bertaraf ettin. Ne olur yalvarırım

sana Allah’ım bu musibeti bana çektirme!” Hemen

yüzünden elbise (örtü) açılıverdi. Oradan ayrılmadan yemek

yedik. O da bizimle beraber yemek yedi.

Sonra bunu İsa b. Yunus, Abdullah b. Avn ve Enes b.

Malik (R.A)’den rivayet ederek şöyle serdetti:

“bu ümmette üç şeyi müdrik oldum; eğer bunlar İsrail

oğullarında olsaydı, bütün milletler onu paylaşamazdı.

Dedi ki:

- Nedir bunlar ey Ebu Hamza? Şöyle dedi:

“Biz Allah Resulü(s.a.v)’in yanında Suffe’de idik. O’na

bir kadın, beraberinde baliğ olmuş bir çocuğu olduğu halde

muhacir olarak geldi. Kadını kadınlara, erkeği de bize kattı.

Çok geçmeden ona (oğluna) Medine vebası isabet etti.

Birkaç gün hasta yattıktan sonra öldü.

135Peygamber (s.a.v) gözlerini kapadı, techiz edilmesini

emretti. Vaktaki onu yıkamak istedik, şöyle dedi:

“Annesine gidip durumu bildir.” Hemen gittim ve

durumu bildirdim. Annesi geldi, ayaklarının ucunda oturup,

ayaklarını tuttu ve şöyle dedi:

“Allah’ım, benimle putperestleri sevindirme! Taşımaya

gücüm yetmeyen bu musibeti bana tahmil etme!”

Vallahi, kadın sözü bitirir bitirmez, ayakları oynamaya,

yüzündeki örtüyü açmaya başladı. (dirildi); Resulullah

(s.a.v) ve onun annesi ölünceye kadar o yaşadı.

Azgın devenin kıssası. Peygamber (s.a.v)’e hürmet

göstermesi ve O’na şikayette bulunması:

“Ensardan bir hane halkının su taşıyan develeri vardı. O

bir gün güçlük çıkardı, sırtını onlara teslim etmedi. Hemen

Ensar Resulullah (s.a.v)’e gelip şöyle dediler:

-Bir devemiz var. Üzerinde su taşırız. Bize güçlük çıkarıp

sırtını bizden men etti. Ekin ve hurmalık susuz kaldı.

Allah Resulü (s.a.v) ashabına:

“Kalkın!” diye emir verdi. Hemen kalktılar. Derhal

bostana girdi, -Deve bostanın bir kenarında idi.-

Peygamber(s.a.v) ona doğru yürüdü. Hemen ensar şöyle

dedi:

-Ey Allah’ın Resulü, o, köpekler köpeği gibi oldu. Sana

saldırmasından korkuyoruz.

“Bana karşı onun bir sakıncası ve zararı yoktur!”

buyurdu.

 

136Deve Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e bakınca, O’na

doğru ikbal etti, önünde secde ederek (saygı göstererek)

çöktü. Hemen Allah’ın Resulü onun alın saçından tuttu.

Görülmemiş bir derecede boyun eğdi. Nihayet onu işine

kaldırdı.

Ashabı O’na şöyle dedi:

-Ya Resulullah, bu, aklı olmayan bir hayvandır. Sana

secde ediyor. Bizim de sana secde etmemiz daha uygun

düşmez mi? Cevap verdi:

“Bir insanın bir insana secde etmesi doğru olmaz! Eğer

insanın insana secde etmesi doğru olsaydı, kadının kocasına

secde etmesine –üzerinde hakkı büyük olduğu için-

emrederdim. Nefsim yed-i kudretinde olan (Allah’a) yemin

ederim ki, ayağından başına kadar bütün vücudu irin ve sarı

su ile dolup taşan bir yara bulunsa, kadında onu karşılayıp

dilleri ile yalasa yinede onun hakkını ödeyemez!”

Hişam b. Ammar’da şöyle dedi:

-Kardeşim Rebi’b. Hiraş hastalandı. Ziyaret edip

kendisine baktım. Sonra öldü. Onu techiz ve tekfin etmek

için hazırlığımıza başladık. Geri dönüp geldiğimizde, örtüyü

yüzünden açtı ve şöyle dedi:

“Esselamu aleyküm!”

-Ve aleykesselam! Geldin mi? Dedik.

“Evet, lakin sizden sonra Rabbime mülaki oldum. Ben,i

revh ve reyhanla karşıladı. Onu öfkelenmemiş Rab olarak

buldum. Sonra bana yeşil sündüsten elbise giydirdi.

 

137 Size müjde vermek için kendisinden izin istedim. Bana

izin verdi. Durum işte gördüğünüz gibi… sözün doğrusunu

söyleyin. İlahi emirlere yaklaşın. Müjdeleyin; nefret

ettirmeyin.” Dedi. Bunları söylediği zaman sanki bu sözler,

suya düşen taş gibi gümbürdüyordu…”

Ebu Bekr b. Ebi Şeybe dedi:

“Babasının gözleri bembeyaz olmuş, hiçbir şey görmez

bir halde Allah’ın Resulü (s.a.v)’in yanına çıkıp gitti. Allah

Resulü (s.a.v) ona sordu:

“Ne oldu böyle sana?” cevap verdi:

- Devemi otlatıyordum; yılanın karnına basabildim.

Gözlerim kör oldu.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onun

gözlerine okuyup üfledi, gözleri hemen açılıverdi. Sonra

onu, iğneye iplik geçirirken gördüm, o anda tam 80

yaşındaydı.”

Bir gün Hace, müritleriyle bir köye gittiler. O köye yakın

bir yerde bir deliye rastladılar. Konuştular, dil işi edepsizliğe

döktü. Dile alınmayacak şeyler söylemeye başladı. Hatta,

deli yüksek sesle seni ve sana uyanları maskara ederim

diyecek kadar ileri gitti. Hace bu sözlerden incindi, karın

ağrısı sana dedi ve dönüp geri gitti. Deli Hace’nin peşinden

yürüdü. Bana izin ver dedi. Hace izin verdi. Lakin deli yine

durdu gidemedi. Bir daha izin istedi Hace haydi git dedi,

fakat deli yine gidemedi. Bu hal birkaç kere tekrarlandı.

Hace izin verdiyse de delinin gitmeye kudreti yoktu. Nihayet

deli dedi ki:

- Benim gitmeye kudretim yok, lakin arkadaşlarından

birine emret beni sırtına alsın yerim nere ise oraya götürsün.

138Hace sordu: hangisini istersin? Deli Emir Hüseyin’i

istedi. Hace Emir Hüseyin’e:

-Yüklen bu adamı ulaştır yerine, emrini verdi ve yoluna

süratle devam etti. Emir Hüseyin deliyi sırtına aldı iki adım

gitmeden baygınlık geçirdi, yere düştü ve ruhunu teslim etti.

Deli bu hali görünce dövünerek, feryat ederek Hace’nin

ardından yetişti ve olup biteni haber verdi. Hace:

-Pek hoş Maşallah. Haydi git onu defneyle. Deli yine

feryat kopararak dedi ki:

-Siz buyurun ben ne edeyim? Hace, deliye iltifat etmedi,

fakat delinin hali bambaşka oldu. Müridler şefaat ettiler.

Delinin küstahlığını affetmesini ve Emir Hüseyin’in

kurtulmasını dilediler. O zaman Hace buyurdu ki:

-Beni ve müritlerimi maskara edecek kimse böyle

kazaları defetsin görelim… Deli yine niyaz ederek Hace’nin

ayaklarına kapandı. Müridler dediler ki:

-Efendim, delinin edepsizliği haddini aştı. Lakin aczini

bildi, suçunu itiraf etti. Bağışlamanızı niyaz ediyoruz. Hace

müridlerin dileğini kabul etti, deliyi bağışladı. Geri döndü,

mübarek ayağını Emir Hüseyin’in göğsüne koydu ve derhal

Emir Hüseyin’in ruhu cesedine geri döndü kalkıp oturdu.

Hace buyurdu ki:

- Ne zaman Emir Hüseyin’in yanına gittim, ruhu

dördüncü kat göğe kadar yükselmişti. Ben Allah’ın izniyle

bu aziz ruhu o yerden alıp cesedine dahil ettim ve deliye de

inayet edip, yerine gitmeye kudret hasıl oldu.

139Hace, Muhammed Zahid ile bir sahrada oturup

konuşurlarken:

-Kulluğun en yüksek mertebesi, Hak yolunda can feda

etmektir, dedi. Muhammed Zahid can feda etmenin nasıl

olacağını sordu. Hace cevap verdi:

-Hak için öl deseler ölmek.

Bir zaman sonra Muhammed Zahid’e Hak için öl, dedi.

Zahid o anda öldü. Bu hal üzere kuşluktan öğleye kadar

kaldı. Bir zaman sonra yüzü simsiyah oldu. Hace: Ya

Muhammed! Diril, dedi. Muhammed Zahid dirildi ve kalkıp

oturdu.

Hace, Buhara da bir evde müridleri ile oturuyordu. Hane

sahibi yemek malzemesi için üç müridi çarşıya gönderdi.

Her biri alınacak şeyler için birer tarafa gitti. Bu üç müridin

üçü de aynı zamanda ve ayrı ayrı yerlerde Hace’yi gördüler.

Sonra birleştiler, aldıklarını bir araya getirdiler ve

yüklendiler. Derviş Mehmed’e rastladılar. Kıssayı ona

anlattılar. Derviş Mehmed:

-Hace’yi ben de falan yerde gördüm dedi. adamlar hayret

içindeyken, Hace bunlara adam gönderdi. Adam:

-Niçin bu kadar eylendiniz, geç kaldınız diye aramaya

geldim dedi. müritler gelen adama olanı biteni anlattılar.

Adam dedi ki:

-Siz çarşıya gittiniz ben, ev sahibi ve Hace oturduk. Hace

asla ayrılmadı, hatta beni kendisi gönderdi.

Hemen eve vardık bize buyurdu ki:

-Neden çok eylendiniz? Biz durumu Hace’ye arz ettik.

Hace gülümsedi ve buyurdu ki:

-Evliyaullah’dan bu hal sadır olur. Hazret-i Azizan bir

Ramazan on üç yere iftar için davet edildi, hepsine de icabet

etti ve hepsinde isbat-ı vücut etti.

 

140Hace bir aziz ile ırmak kenarında Şeyh Seyfeddin

kabrinin karşısında oturmuşlar, velilerin ahvalinden

konuşuyorlardı. Bu konuşma arasında Şeyh Seyfeddin ile

Şeyh Hasan Bulgari’nin arasında geçen kerameti anlattılar.

Aziz dedi ki:

-Velilerin geçmiş zamanda çok tasarrufları oldu. Acaba

bu zamanda onlar gibi tasarruf eden var mıdır?

Hace buyurdu ki:

-Bu zamanda adam vardır ki, bu ırmağın suyuna yukarı

ak diye işaret etse ırmak aşağı değil, yukarı akar. Hace’nin

ağzından bu söz çıkar çıkmaz ırmağın suyu yukarı doğru

akmaya başladı. Hace buyurdu ki:

-Ey su! Ben sana yukarı ak demedim.

Bu kerameti çok kimse gördü ve bu keramet sebebi ile

Hace’nin tasarrufunu nice münkirler kabul edip, saadete

erdiler.

Hace bir kış mevsimi Derviş Hüseyin’e emretti:

-Bu sene çok kış olacak, çok odun lazım.

Derviş Hüseyin hayli odun topladı. Sabahleyin kar

başladı. Aralıksız kırk gün yağdı. Bu tipili, tufanlı günlerde

Hace Şeyh Şadi’yi aldı, Harzem tarafına gitti. Yolda Haram

adında büyük bir ırmak vardı. Irmağın kenarına geldiler.

Hace buyurdu ki:

-Şadi görelim bu suyun üzerinden yürüyüp geçeceksin.

Şeyh Şadi korktu, geçemedi. Hace yine geç diye emretti

Şadi cesaret edemedi. Hace o esnada Şeyh Şadi’ye heybetle

bir nazar etti, Şadi dayanamayıp yere düştü. Kendinden

geçti, sonra kendine gelip kalktı, su üzerinde yürüdü.

141Hace hazretleri de ardından yürüdü. Böylece koca ırmağı

geçtiler. Hace buyurdu ki:

-Şimdi bak, çizmene su isabet etmiş midir?

Şeyh Şadi baktı; gördü ki ayağı bile ıslanmamış…

Mevlana Saadeddin, Nesef halkının çok sevdiği bir zattı.

Hace bu zata dedi ki:

-Bu gün sizin bağa gidelim. Mevsim kıştı. Bağa gittiler,

bağ çalılık gibi bir manzara gösteriyordu. Hace buyurdu ki:

-Bağınız bu mudur? İster misin bu çalılığı çekici, verimli,

hoş bir gülistan yapalım? Bak bağına…

Saadeddin bağa nazar etti, kış gününde bağ çimen ve gül

bahçesi haline gelmiş… her taraf karla örtülü, Saadeddin

efendinin bağı yemyeşil…

Hace, talebeleri ile bir evin damında oturuyordu. O gün

pek celalliydi. Talebelerine sordu:

-Siz mi beni buldunuz, ben mi sizi buldum?

-Biz seni bulduk.

-Siz beni buldunuz madem ki, bu satıhta dahi bulunuz.

Dedi ve gözden kayboldu.

Talebeler dört bir yanı aradılar taradılar bir türlü

bulamadılar. Aciz kaldılar; biz sizi bulduk, sizin cazibeniz

ve lütfunuz olmasa sizinle müşerref olmaya kimin istihkakı

var?

Talebeler bu kadar özür diledikleri halde Hace meydana

çıkmadı. Bir an geldi, Hace eski oturduğu yerde… müridler

utandılar, hayrete düştüler. Hace'nin bu gizlenmedeki amacı;

vahdet sırrını onlara ifade edip, hakkı bildirmekti.

142Bir mürid dedi ki:

-Hace bir gün Kasr-ı Arifan’da kendi bağlarında

oturuyordu. Bir ağaca sırtını vermişti. Bir zaman sonra

kendilerinde bir heybet oluştu Ben bu heybet ve dehşetten

bayılıp olup yere düştüm. Bir müddet sonra kendime geldim.

Gördüm ki Hace, bahçedeki havuzun etrafında dönmektedir.

Sonra bir elma ağacını kucaklayıp durdular. Dikkat ettim,

vücutları öyle büyüdü ki bağı doldurdu. Nereye baktımsa her

taraf Hace hazretleri ile dolu idi. Sonra yine gördüm ki

mübarek cisimleri küçülmeye başladı. O kadar küçüldü ki

vücutlarından eser kalmadı. Biraz sonra da mübarek

cisimleri yine görünmeye başladı ve asıl hali, tabii vücudu

ne ise nihayet o hale geldi. Fakat yine o elma ağacını tutup

dururlardı. Ben hayrette kaldım Hace buyurdu ki:

-Azizlerden böyle haller zuhur eder.

Şeyhülekber Muhiddin Arabi şöyle buyuruyor:

-Seyahat için Endülüs’ten çıkarken benim üzerime,

benim için ve benden sudurunu taktir ettiği zahiri ve batıni

halleri ömrümün sonuna kadar bana göstermesi, müşahede

ettirmesi için Hak Sübhanehu ve Teala Hazretlerine

yalvardım. Tazarru ve niyazda bulundum. Hak Teala duamı

kabul buyurdu. Bana gayb alemini açtı ve bana bir çok

acayip haller gösterdi. Ben bunun için kıyamete kadar gelen

kutupları isim ve soylarıyla açıklayabilirim fakat her asrın

halkına muhabbet ettiğim için onu gizledim. Zira bilinen,

aşikar olan şeye itirazda bulunmak kişiyi küfre götürür.

 

143Hazret-i Mevlana bir Ramazan ayının başlarında ortadan

kaybolmuş, her ne kadar aramışlarsa da bulamamışlar.

Bütün müridan, yaran, fukara hayret edip firaka düşmüşler.

Ahali Mevlana hazretlerini gece gündüz aramaya devam

edip acaba nerede riyazete girdi, nereye çekildi diye hep

arayıp sormaya devam ederlerken bayram günü bahçe

kapısından Hazret-i Yusuf aleyhisselam gibi çıkıp

görünüvermiş. Ashabın gözleri Mevlana’nın mübarek

cemalini görünce çok memnun ve mesrur olup Cenab-ı

Allah’a hamd-ü senada bulunmuşlar.

Ahmed El-Rufai Hazretlerinin üstün vasıflarından

örnekler;

Ahmed el-Rufainin Hz.lerinin türbedarı

anlatıyor;

Bir gece Seyyid Ahmed er-Rufai nin türbesinde kaldım.

Daha evvelce türbedar bana vuku bulan heybetten gece

burada kalıp uyuyamayacağımı söylemişti. Fakat ben

türbedarın böyle söylemesine ehemmiyet vermedim. Ve

Cenab-ı hakka tam bir tevekkülle yattım. Yatsı vakti olunca

türbenin kapısı büyük bir gürültüyle açılıp kapandı. Bir

müddet sonra yanıma birisinin gelip oturduğunu hissettim. O

kimse bana dedi ki:

-Bu gece mübarek bir gecedir. Kur’an okumaz mısın

beraber okuyalım . Bende:

Peki dedim. Surey-i Nahl’den Surey-i Necm’e kadar

beraber okuduk sabah yaklaşmıştı. O zat iki çörekle iki kap

getirdi birinde süt öbüründe bal vardı. Doyuncaya kadar

yedim. O zat birdenbire kayboldu, sabah da olmuştu. O zatı

aradım fakat birtürlü bulamadım sonra türbedar geldi:

bütün gece aklım sende kaldı,

 

144 Bütün gece aklım sende kaldı, burada uyumaya kimse

asla muktedir olamaz dedi.

Ben kıssayı anlattım türbedar dedi ki :

Gelip seninle Kuran-ı Kerim okuyan ve sana yemek

getiren Şeyhimiz Seyyid Ahmed-er Rufai Hazretleridir.

Seyyid Rufai Hazretleri buyuruyorlar ki:

Kul hallerden birisine karar kılar ve hak teala’nın

yakınlık makamına yerleşirse; himmeti yüce olur. Ve yedi

semayı yarar kendisine yollar açılır. Yer ayağında bir halka

kadar ufalır ve Allah’ın sıfatlarında bir sıfat olur.

Yakınlarından biri şöyle anlatıyor:

Bir gün Hazret-i Rufai’nin halvethanesinin kapısında

oturmuştum,onun önünde bulunan bir kimsenin avazını

işittim, otarafa dönüp baktım, önünde bir kimse oturuyordu

fakat onu kimse görmüyordu.

Hz. Rufai ile bir müddet konuştu, sonra bahçenin

duvarından geçti,hafiften gelmiş gibi havadan uçup gitti.

Ben Hazreti Rufainin önüne vardım: bu şahıs kimdi?

Diye sordum.Hz.Seyyid bana;

_sen onu gördün mü?diye sordu,ben evet gördüm diye

cevap verdim . seyyid dedi ki;

“O öyle bir kimsedir ki Hak Teala deniz sahasına onu

memur kılmıştır. Kırklardan biridir. Fakat üç gündür ayrı

kamış uzak düşmüştür, bunu kendisi de bilmiyor.”

Ben: uzak düşmesine sebep ne oldu? Diye sordum.

Seyyid dedi ki;

Kendisi körfezlerden birinde oturuyor. Oraya üç gün

gece ve gündüz yağmur yağdı. “İçinden keşke bu yağmur

bahçe bağlara yağsaydı” diye geçirdi.

145Sonra tövbe etti, işte hatırından o şekilde geçirmesi ayrı

düşmesine sebep oldu. Ben :

-Ya Seyyid uzak düştüğünü ona bildirdiniz mi?

Seyyid:

-Hayır bildirmedim buyurdu. Ben utandım:

-Eğer emir buyurursanız haber vereyim dedim.

Seyyid:

-Bildirmek ister misin? Dedi. Ben: İsterim,dedim.

Bana:

Başını yakanın içine çek! Diye emir buyurdu.

Ben hırkamı başıma çektim.Kulağıma:

Ya Ali başını çıkart! Diye bir ses geldi.

Başımı hırkamdan dışarı çıkardım:

Kendimi körfezdeki adalardan birinde buldum.Hayran

kaldım. Bir müddet gittim; o kimseyi gördüm. Selam verip

kıssayı anlattım, bana dedi ki:

Sana ne söylersem tutacağına söz verir misin? Ben ne

söylerse tutacağıma and içtim. Bana:

Hırkamı boğazıma tak, yeryüzünde gezdir ve Hak

Tealaya itiraz edenin cezası budur, diye bağır dedi.

Ben yemin ettiğim için hırkasını boğazıma geçirdim ve

istedim ki onu tutup gezdireyim.

Hafiften:

Ey Ali onu bırak! Okyanusun melekleri onun için

ağladılar, üzüldüler. Ve Allah-ı Teala ondan hoşnut oldu.

Diye bir ses geldi. Ben sesi işittim, bayıldım, ayılınca

kendimi dayımın önünde buldum ve nasıl gidip geldiğimi

bilemedim.

146Bir insan-ı kamilin beyitlerinden, üzerinde tefekkür

etmeniz ve bir insan-ı kamilin hangi mertebelere

ulaşabildiğini anlamanız için sizlere burada bir demet

sunmak istedik.

Beşeriyet şeklinde ya Rab bekletme beni

Mecazi sözler ila ya Rab söyletme beni

Tez tez göster zatını ya Rab özletme beni

Değirmenci kurban bu dahi sana az geldi

Dakikada otuz yıllık iş gördüm

Dakikada otuz yıllık kış gördüm

Tayyi zamanı mekan ile kuş oldum

Değirmenci kurban bu dahi sana az geldi

Rüyamda Kabe’yi görmemle başladı

Ravza-yı Enbiya’ya girmeyle başladı

Her gün bin ilde gezmeyle başladı

Aslını anladım, halde az geldi

Denizde yürüdüm karada gibi

Tayyi zaman mekan yaptım burada gibi

Halk olmuş mahlukat koynumda gibi

Tarifi görünce haller az geldi

Dünya ömrü kadar yaşlar yaşadım

Yazlar ile nice kışlar kışladım

Ruhani Miracımla işe başladım

Sahibini görünce haller az geldi

147Sanki benim komşumdur huri kızları

Ay ile güneş bendedir, kış ile yazları

Bazen bende doğar enbiya sözleri

Aslını görünce haller az geldi

Vücudum bir değil yedi insanım

Yedi yerde zikir etmektedir lisanım

Her vücut bir ilde eder seyranım

Enfüsu görünce afak az geldi

Bir vücudum hiddet eder gazpla

Bir vücudum haya eder edeple

Bir vücudum miraç eder mihrapta

Bir vücudum gark oldu zata sema az geldi

Benimle devreder ay ile güneş

Benimle beraber Hint, Rum, Habeş

Çok ilde imam, berberde traş

Olduklarım çoktur bu dahi az geldi

Otuzüçbin alem bende doğmuştur

En ednası ay ile şems olmuştur

Kaç vücudum arz-ı sema kurmuştur

Aslını anladım yollar dahi az geldi

Levh-i mahfuz, ruh-u azam bendedir

Bende halk olmuş cümle alem dünya benim bedenim

Kendi elimle hazırladım,hazırdır her an kefenim

Tayyi mekan zamandır hallerim bunlar dahi az geldi 148

Başta Peygamber Efendimiz (sav) olmak üzere, insan-ı

kamillerin hayatlarından kısa örnekler vermeye çalıştık.

Bunları okuyucularımızın üzerinde düşünüp, insanın nasıl

üstün yeteneklerle yaratıldığını bir daha anlamaları için

aktardık.

İnsan-ı kamilin Allah’ın izniyle ölüleri diriltmeleri,

birkaç bedende birkaç yerde görünmeleri, tabiata hükmedip

fiziksel kuralları ters yüz etmeleri (suyun yukarı akması ve

suyun üzerinde yürümek gibi), ağaçlara, bitkilere tesir

etmeleri, kışın ortasında bitkileri canlandırmaları, durdukları

yerde kaybolabilmeleri ve fiziksel bedenlerini büyültüp

küçültebilmeleri; Allah tarafından, Allah’ın sevip yücelttiği

kullarına kendi dilemesiyle verilmiş yetkilerdir. Bu

insanların bunların dışında burada sayamadığımız daha bir

çok üstün yetenekleri vardır.

İnsan-ı kamillerin bu yeteneklerini kullanabilmeleri için

önce Allah’ın dilemesi gerekir. Sonra insan-ı kamiller izinli

olarak bu yeteneklerini kullanabilirler. Bunu Kuran’ı Kerim

şu şekilde destekliyor.

“Sizler ancak Rabbinizin dilemesi(izin vermesi)

sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi

bilendir, hikmet sahibidir.”

İnsan suresi 30

“Alemlerin Rabbi dilemedikçe siz dileyemezsiniz.”

Tekvir suresi 20

Bu üstün yetenekler insan-ı kamil makamına çıkan bütün

insanlara lütfedilir. Bu insanlar geçmiş ve gelecekte bizzat

bulunup haber verebilirler. 149

İnsan-ı kamillerin geçmiş ve gelecekte bizzat

bedenleriyle bulunup dördüncü boyut olan zaman boyutunu

emirleri altına alıp zamana hükmetmeleri ve bilgi vermeleri,

gaybdan haber vermek değildir.

Burada çok tartışılan gayb konusuna, konunun

anlaşılması için açıklık getirmemiz gerekiyor. Küresel bir

biçimde genişleyen evrenin, genişlediği en uç noktasından

diğer en uç noktasına kadar olan küresel sınırlar içerisinde

yaratılan her varlığın bilgisi ve nimetleri insanın emrine

verilmiştir. İnsanın bu sınırlar içerisinde gezip dolaşabilmesi

için Allah (c.c.) onlara zaman boyutunu da kullanma

yetkisini verir.

Saniyede 300.000 kilometre hızla hareket eden ışığın,

evrenin küresel bir sınırından (evrenin merkezinden

geçerek) diğer bir sınıra ulaşabilmesi için milyonlarca ışık

yılı ile yol alması lazımdır. Adem a.s. dan kıyamete kadar

gelecek olan insanların ömürlerini uç uca eklesek bile

fiziksel bedendeki insanın bu seyahati yapması mümkün

değildir. Bu sebepten Allah (c.c.) enerji ve ışık bedenini

kullanabilen insan-ı kamile zaman boyutunu, fiziksel

bedenlerdeki ihtiyaçları gideren hava ve su nimeti gibi,

nimet olarak emrine verir. Ve insan-ı kamilin zaman

boyutunu da kullanarak evrenin sınırları içerisinde verdiği

haberler gayb haberleri değildir. Gayb sidret-ül münteha

noktasının ötesidir. Evrenin sınırları içerisinde bulunan her

varlık fiziksel yapıya sahip olduğu için sidret-ül müntehadan

öncedir. Çünkü fiziksel yapıdaki evren yaratılışın altıncı

aşamasında bulunmaktadır. Sidret-ül müntehanın ötesi ise

Allah’ın zatından zatına tecelli etmeden önceki ama

konumudur. İşte bu gaybtır. Ve biz bunu bilemeyiz. 150

Bununla beraber Allah (c.c.) dilerse gaybın bilgilerini de

dilediği kuluna verir. Bunun en büyük örneği Peygamber

Efendimizin (s.a.v.) miracıdır. Miraçta Peygamber

Efendimiz sidret-il müntehanın ötesine geçmiştir. Gaybın

bilgilerinin bizzat Allah (c.c.)’ın kullarına verebileceğini

Kuran’ı Kerim’de Tekvir suresinin 24. ayeti ispat ediyor.

“O, gaybın bilgilerini (sizden) esirgemez.”

Tekvir suresi 24

Allah (c.c.) yukarıdaki ayette ifade buyurduğu gibi

gaybın bilgilerini insan-ı kamil makamına çıkan

halifelerinden esirgemez. Ve Allah (c.c.) bu kullarına

yaratılıştan kıyamete kadar geçen tüm olayların ve ilimlerin

bilgilerini verdiği gibi yaratılıştan kıyamete kadar geçecek

zamanın içerisinde de istediği tarihe gidip gelme iznini de

vermiştir. Burada verilen bilgiler gayb den değildir. Gayb

yukarıda tarif ettiğimiz gibi sidret-ül müntehanın ötesidir.

Önceki konularda anlattığımız gibi Allah (c.c.) insanı

kendi yaratılışına ve evrenin yaratılışına şahit tutmuştu. Bu

şehadet ile insanlar yaratılıştan kıyamete kadar olmuş ve

olacak olayların, vücuda gelmiş her varlığın bilgisini daha o

zamanda iken almışlardı. Yaratılıştan kıyamete kadar bütün

bilgilere sahip olan insanın geçmişten ve gelecekten haber

vermesi gayb değildir. Düne ve yarına gayb diyenler daha

önce de kaydettiğimiz aşağıdaki ayete ters düşerler.

“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz

diye Rabbin Adem oğullarından,onların bellerinden

zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi

ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), evet (buna)

şahit olduk, dediler.”

A’raf suresi 172 151

KUR’AN İLİMLERİNİN ÇAĞINDA, KUR’ANIN

ORTAYA KOYDUĞU YENİ ÇAĞ AÇACAK BİLİM

DALLARI 152

Önümüzdeki yıllarda başlayacak olan Kur’an ilimlerinin

açığa çıktığı çağda, insan-ı kamillerin çağın ihtiyacı olarak

açığa çıkaracağı bilim dallarını şu ana başlıklar altında

toplayabiliriz.

1- Tıpta açılacak olan yeni bilim dalı

2- Bio-elektronik bilim dalı

3- Uzay teknolojileri bilim dalı

Şimdi tıpta açılacak olan bilim dallarının içeriği hakkında

kısaca bilgi verelim;

Günümüzdeki tıp’la uğraşan bilim adamları organ nakli

konusunda çok zorlanmaktadırlar. Organ bekleyen hastalar

da mağdur olmaktadırlar. Çünkü insanlardaki D.N.A. larda

bulunan bilgilerin sıralaması her insanda değişik olduğu için

doktorlar hastaya uygun organ bulabilmek için, hastaya

yakın akrabalarının D.N.A. larındaki bilgilerin sıralaması

tamı tamına uymasa bile (uyması mümkün değildir)

benzerlik teşkil ettiklerinden, akraba organı beklemektedir.

Örneğin; böbrek bekleyen bir hasta için nakledilecek olan

böbrek alındığı vücudun D.N.A. bilgileriyle donatıldığı için

o vücuttaki görevlerini D.N.A. lardaki almış olduğu emirler

sıralamasına uyum sağlamıştır. Ve vücutla böbrek

senkronize bir çalışma içerisindedir. O böbrek yakın akraba

olsa bile nakledileceği vücudun D.N.A. larında alacağı emir

sıralamasına uyum sağlaması çok zordur. Çünkü böbrek asıl

vücudunda saniyede 500 emir alıp yerine harfiyen

getiriyordur. Yakın akrabaya nakledildiğinde böbrek o

vücudun D.N.A. sındaki gelen 500 emrin ancak 50 ile 100

tanesini yerine getirir. Bu da birkaç yıl içerisinde o böbreğin

de iflası demektir. 153

Hastanın kaybedilmemesi için ve böbreğin nakledildiği

vücut çerisinde tam bir uyum içerisinde çalışması için

böbreğin hafızasının tamamen boşaltılması lazımdır. Yani o

böbreğin daha önce hiçbir emir almamış gibi bir konuma

getirilmesi gereklidir.

İşte bu konuda çığır açacak insan-ı kamiller ortaya

koyacakları tıp teknolojisinde bu sorunu şöyle çözeceklerdir.

Bunun yollarından biri; bio-elektronik cihazlarla (bu

cihazların çalışma prensiplerini ileride yayınlayacağımız

kitabımızda yayınlayacağız.)nakledilecek böbreğin

hafızasını sildikten sonra böbrek nakli bekleyen hastaya

takılacak ve o böbrek yeni vücudundaki D.N.A. lardan

gelen saniyedeki 500 emri hafızasına yerleştirip o vücuda

tam bir uyum sağlayacaktır. Ve böbrek hastalarına yakın

akrabalardan böbrek nakli şartı ortadan kaldırılacaktır. Bu

sistem diğer arızalı olan hassas organlara uygulanabilir.

Kur’an-ı Kerimde insan uzuvlarının hafızalarının

bulunduğunu kanıtlayan ayetler vardır:

“Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve

derileri işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik

edecektir.”

Fussılet Suresi 20

“ Derilerine : Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?derler.

Onlar da : her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. İlk

defa sizi o yaratmıştır. Yine O’na döndürülüyorsunuz,

derler.”

Fussılet Suresi 21

“ Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de

derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden

sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın

bilmeyeceğini sanıyordunuz.”Fussılet Suresi 22 154

Yukarıdaki ayetlerde anlaşıldığı gibi insan uzuvlarının

kendilerine ait bilgi depoladıkları ve insanın DNA larında

almış oldukları bilgileri yerleştirdikleri hafızaları vardır.

Çünkü hafızası ve bilgisi olmayan hiçbir varlık konuşup

şahitlik edemez belki ayette belirtilen uzuvlarımızın

konuşmaları bizim anladığımız manada ağzın ve dilin

oluşturduğu kelamlardan olmayacaktır. Ama o uzuvlardan

dile gelen bu bilgilerin bir hafızada depolandığı gerçektir.

işte yeni çağın yeni bilim dallarını ortaya koyup

geliştirecek bilim adamlarından tıp ilmiyle uğraşanlar

uzuvların hafızalarından hastalıkların tedavileri için çok

faydalanacaklardır.

Burada birazda elektroniğin yönünü değiştirecek ve

zamanımızda İnsan-ı Kamiller tarafından insanların

faydalanmaları için ortaya konacak bio-elektirik

teknolojisinden bahsedelim. Bilindiği gibi elektronik

cihazlar bundan elli yıl önce elektronik lambalarla çalışırdı.

Bu sistemle çalışan bir bilgisayar onlarca metrekare alana

ancak sığdırılırdı. Daha sonra icat edilen transistörler

sayesinde elektronik cihazlar çok küçültüldü, entegrelerin

icadıyla da elektronik cihazlar mikro seviyelere indiler.

Transistörler ve entegrelerin çalışması evrenin yapısında

olduğu gibi alternatifliği gerektirir. Bir transistor ün yapısı,

göreceği işe ve aldığı elektirik akımını yükseltme veya

düşürme pozisyonlarına göre, pozitif-negatif-pozitif ( PNP)

veya negatif-pozitif-negatif (NPN) dir.

Entegreleri meydana getiren yapı transistor leri meydana

getiren yapıyla aynı alternatifliği içerir.  155

Yalnız bir entegre yüzlerce transistor ün işini görür.

Bio-elektronik bir transistör de ise (PNP) yapı, yani

pozitif yapısını meydana getiren maddesi pozitif yüklü

hücrelerden elde edilir.negatif yapıyı meydana getiren yapı

ise negatif yüklü hücrelerden elde edilir. Böyle bir yapıda

imal edilen transistör veya entegreler takıldığı sistemlerde

kendi üzerlerinden geçen bütün bilgileri hafızalarında

tutarlar ve oluşturdukları elektronik sistemlerdeki oluşacak

arızalarda kendi kendini onarma yeteneklerine sahip olurlar.

Yani bu zamanda ilim adamları cihazlara yada makinelere

şekil vermekle kalmayıp onlara kendi kendilerini onarma

yeteneklerini de vereceklerdir.

Bu sistemler en çok zamanın gereği olarak uzay

teknolojilerinde kullanılacaktır. Uzay teknolojisinde

kullanılacak olan araçlar petrole bağımlı kalmayacaklardır.

Yerden fırlatılan füzeler gibi yerçekimini yenmek için

binlerce ton yakıta ihtiyaç duymayacaklardır. Çünkü bu

araçlarda hareket ettirici hızlandırıcı ve durdurucu olarak

evrendeki gezegenlerin çekim güçleri kullanılacaktır.

Bilindiği gibi gezegenlerin ağırlık ve kütlelerine göre ayrı

ayrı şiddette çekim güçleri vardır. Bu çekim güçleri

elektronik sistemlerle çoğaltılabilir ve azaltılabilir. Bu

sistemler akıllı maden alaşımlarından yapılmış yeni taşıyıcı

araçlara monte edilerek dünyanın yerçekiminden gideceği

gezegenin yerçekimleri arasında kolayca, bir gram yakıt

almaksızın gidip gelebileceklerdir. Bu konuya işaret eden

ayetler de vardır.

“Onlar için, bunun gibi binecekleri başka şeylerde

yarattık.” Yasin Suresi 42

156

Yukarıdaki ayette yeni yeni icat edilecek taşıma

araçlarının teknolojisi verilmiyor ama bu tür araçların icat

edileceğinin işaretleri mevcuttur. Kısmen anlattığımız bu

teknoloji evrende seyahat için gerekli olan “sultan gücün”

ikinci aşamasıdır. İnsan-ı Kamilin enerji bedeniyle evren

içerisinde belirlenen yollarda seyahat edebileceklerini

anlatmıştık. İnsanın enerji veya ışık bedeni insana verilen

“sultan güç” tür. Önümüzdeki yıllarda bu sultan gücü

kullanabilen insanların yetiştirilerek çoğalacağını

belirtmiştik. Haliyle insanların büyük bir kısmıda bu

mertebeye ulaşamayacaklardır. Bu mertebeye ulaşamayan

insanların, gezegenler arası yolculuklarda İnsan-ı Kamillere

ve yeni teknolojiyle yapılmış bineklere ihtiyaçları olacaktır.

Ancak o zaman iki sultan güç sayesinde dünyadan başka

gezegenlere, belki de ekolojik dengesi bozulmamış bakir bir

gezegene insanlık topluca hicret edecektir.

“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin

çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin.

Ancak büyük bir güçle (sultan güç) çıkıp gidebilirsiniz.”

Rahman Suresi 33

Yukarıdaki ayette bahsi geçen “göklerin ve yerin

çerçevesi” nin, dünyayı saran enerji tabakası (kaf dağı)

olduğunu açıklamıştık. Allah (c.c) bu sınırı geçme ye izin

vermiştir. “gücünüz yetiyorsa geçin” emri ile insanları

evrenler arası seyahate teşvik etmişlerdir.

Bu sınırları toplu olarak geçmek, İnşallah önümüzdeki

yıllarda İnsan-ı Kamillerin yetiştireceği, Asırlarca, dünyaya

öncülük etmiş bizim insanlarımıza nasip olacaktır. 157

Bu sayfaya kadar anlatmak istediğimiz fiziksel

bedenlerde dünyaya imtihan için indirilmiş kullarından, bu

kısacık hayatlarında Yaratıcısının istediği derecelerle

yükselip insan-ı kamil mertebesine ulaşıp halifelik görevini

üstlenmesidir. Allah (c.c.) kullarının fiziksel bedenlerde

ebedi kalmalarını dilememiştir. Bu sebepten onların dünya

hayatında iken bu bedenlerden kurtulup ebedi hayata

geçmelerini murad etmiştir.

Dünya hayatında ebedi hayatı kazanmak için çok

çalışmak gerekir. İnsan ahlakıyla, davranışlarıyla, çevresine

faydalı olmakla birlikte kendi varlığında Allah’tan zerre

kadar ayrılmadan sabırla, acele etmeden ve yine Allah’tan

isteyerek çalışmalıdır. İnsan yaratılışı gereği acelecidir. Bu

duyguları frenleyerek hedefe ulaşmaya çalışmalıdır.

“İnsan, aceleci (bir tabiatta) yaratılmıştır. Size ayetlerimi

göstereceğim. Benden acele istemeyin.”

Enbiya suresi 37

Bunun için Allah’ın gösterdiği yolda ilerleyip Kuran’ı

Kerimin ayetleri üzerinde çok çok tefekkür etmek gerekir.

Bu tefekkür insanın ilmini arttırdığı gibi yaratıcısına an be

an yaklaştırır.

“İşte böylece biz o Kuran’ı açık seçik ayetler halinde

indirdik. Gerçek şu ki Allah dilediği kimseyi doğru yola

sevkeder.”

Hac suresi 16

Tefekkürle Allah’a kavuşan insan O’nun lütfuyla ilk

yaratılışını hatırladığı gibi, ilk yaratılışındaki almış olduğu

ilimleri de hatırlar.  158

İlmini hatırlayan insan-ı kamil kendi varlığının Allah’a

olan secdesini görür ve tesbihatını duyar. Sonra evrende var

olan her varlığın secdesini görür, tesbihatını duyar. Allah

(c.c.) insanları bu noktalara çıkmaları için teşvik eder,

yardımda bulunur. En büyük yardımlarından bir tanesi de

tefekkürle o kuluna lütfedilir.

“Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar,

güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların

bir çoğu Allah’a secde ediyor; bir çoğunun üzerine de azap

hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu

değerli kılacak bir kimse yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini

yapar.”

Hac suresi -18-

Yeni kitaplarda buluşmak üzere Cafer İskenderoğlu

www.caferiskenderoglu.com.tr